Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu” ya da “THKO” Türkiye’de silahlı mücadele veren ilk siyasî örgüttür. Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye için kırsal alanları ve şiddet politikasını millî cephe politikası bağlamında temel alan bir mücadele yürüten örgüt, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından terörist olarak tanımlanmaktadır.
THKO, 1960’ların ikinci yarısında gelişen sosyalist gençliğin emekçi kitlelerin verdiği mücadeleye de katılan önemli ve tanınmış önderlerinden Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin tarafından kuruldu. Örgüt, gerçekleştirdiği bir dizi eylemden sonra 4 Mart 1971 tarihinde yayınladığı bir bildiri ile kuruluşunu kamuoyuna duyurdu.

İlk silahlı eylemini 29 Aralık 1970 tarihinde gerçekleştiren Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bütün bir 12 Mart yarı-askeri dönem boyunca varlığını sürdürdü. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ile birlikte sözkonusu döneme damgasını vurdu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını önlemek için gerçekleştirdikleri ortak eylemin sonucu olarak THKP-C’den 8, THKO’dan 2 militanın Kızıldere’de öldürülmeleri, Silahlı Devrim Cephesi kavramının yerleşmesini ve siper kardeşliği kavramının ortaya çıkmasını sağladı.

THKO, İbrahim Öztaş’ın İzmir’de (21 Mayıs 1971), Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın Nurhak’ta (31 Mayıs 1971); Cihan Alptekin ve Ömer Ayna’nın Kızıldere’de (30 Mart 1972), Niyazi Yıldızhan!ın Ankara’da (4 Mayıs 1972) öldürülmeleri; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerini(6 Mayıs 1972) izleyen toparlanma çalışmaları sürecinde Avni Gökoğlu’nun Suruç’ta (3 Mayıs 1973) öldürülmesinin ardından fiilen dağıldı.

13118935_586567114846691_2731550177124164477_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

THKO davasından yargılanıp mahkum olan kadroların 1974 affıyla hapisten çıktıktan sonra dışardakilerle birleşerek oluşturduğu Geçici Merkez Komite, hızla örgüt çizgisinden uzaklaşırken, komite üyeleri kendi aralarında da bir farklılaşma sürecine girdiler. Bir grup Çin Komünist Partisi-Arnavutluk Emek Partisi (sonrasında yalnızca AEP) yanlısı politikalar geliştirerek Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ne; diğer bir grup ise SBKP eğilimli politikalarla Türkiye Komünist Emek Partisi’ne gidecek örgütlenmeler kurarken; örgüt çizgisine bağlı kalanlar, Türkiye Devriminin Yolu adı altında birbirinden bağımsız grupçuklar oluşturmaktan öteye gidemediler.

1. THKO’nun Ortaya Çıktığı Koşullar

”1970 Türkiyesi şu idi: 35 milyon nüfusunun 24 milyonu köylerde, okulsuz, yolsuz, açlığa terkedilmiş halde, halkının % 70’i hâlâ okur yazar olmayan; 500 bin işçisi Almanya’ya, Avustralya’ya göçmen olarak gitmek isteyen milyonların sırada beklediği; köyden şehire akının hızla geliştiği; şehirlerin sanayileşmediği, köylerin hâlâ ağa, tüccar, eşraf kontrolünde olduğu; yıllık kalkınma hızının nüfus artışının altında bulunduğu; seçimden seçime elli, yüz yıllık yatırımların temelinin atıldığı, ağır sanayi diye kolonya fabrikalarının açıldığı; tarikatçılığın, nurculuğun ve kuran kurslarının asırlar öncesinin geri düşüncelerini yaydığı bir Türkiye; 1955 ikili anlaşma, 101 üssü, NATO’su, CENTO’su, 20 bin askeri, binlerce barış gönüllüleri ve bakanlıklardaki danışmanları ile askeri-kültürel alanda; montaj sanayii, meşrubat sanayii, tüketim sanayii, sağlık ve turistik tesisleri ile ekonomik alanda ve Morison şirketinin Türkiye temsilcisi Süleyman Demirel ile politik alanda Amerika ülkemiz yönetiminde söz sahibi oldu.”” – Hüseyin İnan, Sorgu, 1. THKO Davası, Akyüz Yayınları (Ağustos 1991), Sayfa 340.

Büyük şehirlerdeki yükseköğretim gençliği başta olmak üzere kimi aydın çevreleri ile İsmet İnönü yönetimindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı verdikleri açık savaşım ortamında, Ordu içindeki Kemalist-olma-savlı subayların “Cunta”sı, 27 Mayıs 1960 tarihinde yönetime el koyar. Emir-komuta zinciri dışında gerçekleştirilen ve kimilerince “ihtilâl” kimilerince de “darbe” olarak tanımlanan bu Ordu müdahalesi sonucu girilen süreç, Türkiye tarihinin en “demokratik” anayasasını ortaya çıkartır. 1961 Anayasası ve onun güvencesi altındaki kurumsal yapı, daha önce bulunmayan haklarla tanımlanan yeni bir dönemi başlatır. Türkiye’nin sorunları ve bu sorunlara getirilen çözümlerin tartışılmasına kısmen olanak tanıyan bir ortamda Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön hareketinin ortaya çıkışı (1961), Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kuruluşu (1961), CHP’de “Ortanın Solu”na yönelişi (1965) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kuruluşu (1967), Marksist klâsiklerin Türkçeye çevrilmesiyle harmanlanır.

Güney Kore’deki anti-emperyalist gençlik hareketiyle benzer devinimlere sahip Türkiye’deki yükseköğretim gençliği varlığını sürdürürken anti-emperyalizmi sosyalist düşünceler temelinde ele almaya çalışan yeni bir öğrenci kuşağı da uç verir.

1965’te kurulan Adalet Partisi (AP) hükümeti, dış ilişkilerinde ABD ve Ortak Pazar yanlısı bir politika izlerken içte hak arama savaşımlarına tahammülsüz ve 1961 Anayasası karşıtı bir zeminde hareket eder.

Yükseköğretim gençliğinin “özgür üniversite” kavgası ile bununla zamandaş olarak yükselen başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere emekçi sınıfların savaşımlarına Adalet Partisi Hükümetinin polis şiddeti ile verdiği karşılık, tarikatçı yükseliş ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tarafından kurulan “komando kampları”, radikal sağ ile polis gücü arasındaki işbirliği, siyasal saflaşmaları derinleştirir.

Yükselen anti-emperyalist ve demokratik savaşım içindeki genç devrimciler, Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao ile başlayan tanışıklıklarına Vietnam Devrimi, Filistin Kurtuluş Savaşı ve başta Küba Devrimi olmak üzere Latin Amerika devrimci deneyimlerini eklerler.

Soğuk Savaş dönemi olarak tanımlanan iki-kutuplu dünyanın (ABD-SSCB) ilişki ve çelişkileri, sonradan Avrupa Birliği’ne dönüşecek olan Ortak Pazar’ın yükselişi, SSCB’nin Brejnev’in “sınırlı egemenlik doktrini” bağlamında Çekoslovakya’yı işgali, SBKP-ÇKP ayrışması ve Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Büyük Proleter Kültür Devrimi, dönemin devrimci kadrolarını derinden etkiler.

Döneme karakterini veren slogan ise “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” olacaktır.

2. THKO’nun Kökeni

”Mücadelemizin kısa tarihi içinde örgütsel gelişmemiz silahlı mücadele öncesi ortamın oluşturduğu devrimcilerin saflarımıza katılması şeklinde devam ettiğinden…”‘ – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

THKO, 1960’lı yılların ikinci yarısında ortaya çıkıp gelişen toplumsal hareketler ve hak isteme savaşımlarına iktidarın verdiği karşılığın sonucu olarak yükselen çatışma ortamında ortaya çıktı.

Örgütün kökeninde, birbiriyle bağlantılı ve/ama görece bağımsız gelişen iki odak olduğu söylenebilir.

Birinci odak, Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeki “Toplumcu Grup”tan çıkar. Sinan Cemgil, Mustafa Taylan Özgür, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi daha sonra THKO’nu kuracak olanlar, Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli ve Rasih Ulaş Bardakçı gibi THKP-C’yi kuracak olanlarla birlikte bir yandan yüksek öğrenim gençliğinin akademik-demokratik hakları için savaşım verirlerken diğer yandan da gelişen halk hareketleriyle birleşme ve dayanışma çabası içinde olurlar. Yükseköğretim kurumlarında Sosyalist Fikir Kulüplerinin kuruluşlarına katılıp bu kulüplere önderlik ederler. Söz konusu kadrolar, gençliğin anti-emperyalist savaşımına bilinçli eylem önderleri olarak katılır ve kitlenin eylem içinde bilinçlenmesine özen gösterirler. Grubun sonraki gelişimi diğer gruplardan farklı olur. Bu odak, sol içi tartışmalara çok fazla girmez. Sosyalist Devrim-Millî Demokratik Devrim saflaşmasında Türkiye devriminin önündeki devrimci adımın kesintisiz ve aşamalı devrim anlamında Millî Demokratik Devrim olduğunu savunsalar da “Türk Solu” ve “Aydınlık” akımından ve bu akım içindeki tartışmalardan uzak dururlar. Hüseyin İnan’ın önderliğinde kendi yollarını açmak için sıkı bir çalışma içine girerler. Türkiye’nin hemen hemen her yerinde her çevreden kimi sosyalist öncüleri bir araya getirirler. Grup, öngördüğü devrim stratejisine istinaden “Dağcılar” olarak anılmaya başlar.

İkinci odak, İstanbul’da Devrimci Hukuklular Örgütü (DHÖ) ve Devrimci Öğrenci Birliği’nde (DÖB) örgütlenen ve anti-emperyalizm ortak zemininde bir araya gelen yükseköğretim gençlik öncülerinin Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin önderliğindeki kanadıdır. Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Mustafa İlker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Devran Seymen, Cevat Ercişli, M. Mehdi Beşpınar, Selaattin Okur, Saim Kurul ve Ömer Erim Süerkan gibi gençlik ömderleri tarafından kurulan Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)’ devrimci hareketin İstanbul kanadının odağında yer alır. Süreç içinde DÖB kendi içinde saflaşmaya başlar. Mustafa İlker Gürkan tarafından temsil edilen Türkiye Millî Gençlik Teşkilâtı (TMGT) kökenlilerle TİP kökenliler arasındaki ilişkiler bir süre sonra gevşeyecek, daha sonra da proleter devrimci kanat içinde saflaşmalar başlayacak ve herkes kendi yoluna gidecektir. Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin, bu süreçte Ömer Ayna, Avni Gökoğlu, Yavuz Yıldırımtürk, Zerruh Vakıfahmetoğlu gibi Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) çevresinden gençlerle birleşecektir.

Mustafa Zülkadiroğlu, bu konuda, şunları demektedir:

”Deniz’den bizim kopuşumuz 1969 yılına dayanır. 1969 Haziran üniversite işgalleri sırasında, DÖB kadrosuna danışmadan, DÖB hareketi adına bizim dışımızda işler yapmaya, Diyarbakır Yurdu ve DDKO çevresinden bazı kişilerle hareket etmeye başlamıştı. Onlar, herhangibir çatışmada bizim yanımızda olan kişiler değildi. Biz, bu nedenle, “Bizim dışımızda ne yapıyorsun? Ne olduğunu bilelim” diyerek Deniz’in yaptığı bu emrivakiye karşı çıktık. Bunun üzerine Deniz ile aramıza bir sürtüşme girdi.”‘ – Deniz (Bir İsyancının İzleri), Turhan Feyizoğlu, 16. Baskı, Su Yayınları, Sayfa 174.

11051877_1113895641973430_6450469468709793318_n

3. THKO’nun Kuruluşu

Vietnam Kasabı olarak ünlenen Robert W. Komer’in Amerika Birleşik Devletleri Türkiye büyükelçisi olarak atanması büyük bir tepki doğurur. İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere bütün Türkiye’de yaygın protesto gösterileri düzenlenir. Komer’in arabasının Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Mustafa Taylan Özgür, Yusuf Aslan, Seçkin İnceefe, Halil Çelimli, Tuncay Çelen, Sabit Big gibi ODTÜ’lü sosyalistler tarafından yakılmasıyla (6 Ocak 1969) doruğa ulaşan tepki, sürdürülen savaşımda bir dönüm noktası sayılabilir. Eylemin içinde yer alan Mustafa Taylan Özgür’ün, Komer olayından sonra İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği’nin Beyazıt’taki kongresi sırasında arkadan kurşunlanarak (ve sonrasında polis karakolunda dövülerek) öldürülmesinden (23 Eylül 1969) sonra ise yeni dönemin karakterini Sinan Cemgil şöyle açıklayacaktır:

”Taylan, Komer’in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir.”‘ – Turhan Feyizoğlu, Nurhak’ta Bir Şafak Vakti

Birbiriyle bağlantılı ama görece bağımsız Ankara ve İstanbul odaklı iki grubun birleşmesinde ve tek odaktan harekete geçmelerinde Ankara kökenli grubun önemli kesiminin Filistin dönüşü Diyarbakır’da yakalanması (Şubat 1970) doğrudan etkili olmuştur. Bu dönemde Deniz Gezmiş, grubuyla birlikte “Dağcılar”la birleşir.

Diyarbakır Cezaevi ve Hüseyin İnan’ın burada yazdığı broşür, THKO’nun kuruluşunda en önemli aşamalardan birini oluşturmaktadır. Gülay Ünüvar-Özdeş, bu dönemi şöyle anlatmaktadır:

“Hüseyin İnan broşürün daktiloyla yazılmış birkaç kopyasını bana verdi. Önce dikkatle okumamı ve benimsersem -şimdilik herkese değil- görüşlerinin görüşlerimize yakın olduğunu düşündüğüm arkadaşlara okutarak, gerekirse tartışmamı istedi. Hüseyin’in istediklerini yaptım. Broşürü okuyan arkadaşlardan büyük bir bölümü bizim gruba katıldı ve daha sonra THKO içinde yer aldı. Görüşlerin derlenip toparlanması, sistematize edilmesi açısından Diyarbakır cezaevi döneminin THKO’nun oluşumunda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.” – Turhan Feyizoğlu,Sinan: Nurhak Dağlarından Sonsuzluğa, , Ozan Yayıncılık, İstanbul, Ağustos 2000, ISBN 975-7891-29-0, sf. 328

“Halk savaşı” hazırlığı içine giren “Dağcılar”, kırsal alanlardaki çalışmalarını yoğunlaştırırlar. ODTÜ yurtları, “Dağcılar”ın harekât üssü haline gelir. Gizli çalışma üzerinde yoğunlaşan “Dağcılar”, yasal örgütlenmelerde yönetsel görevler üstlenmemeye özen göstermekle birlikte, başta Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (TDGF ya da yaygın adıyla Dev-Genç) olmak üzere kitle örgütlenmeleri içindeki gelişmelere müdahale etmeyi sürdürürler.

İlginç bir gelişme de “Dağcılar”dan Sinan Cemgil ve Deniz Gezmiş’in Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Aydın Karagözoğlu, Sema Karagözoğlu, Bingöl Erdumlu ve Mustafa Kemal Çamkıran gibi farklı çevrelerde yer alan kişilerle birlikte ”Gizli Komünist Partisi” kurdukları gerekçesiyle Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalarıdır.

Bu, dönemin bir özelliği olarak siyasal alanda farklılaşma sürecinde olsalar bile savaşım içinde gelişen dostluk ve yoldaşlık anlayışının sürdüğünün ve yeni biçimlenen çevrelerin savaşımı sürdürebilmek için gerekli dayanışmayı göstermelerinin bir örneği olarak görülebilir.

Henüz belirlenmiş bir örgüt adına sahip olmayan “Dağcılar”, gerilla savaşı için en uygun yerin Malatya olduğuna karar verirler. Teslim Töre ve Mustafa Yalçıner, malzeme yüklü bir arabayla Kasım 1970’te Malatya’ya giderler.

23 Aralık 1970 Çarşamba günü, Ankara Hukuk Fakültesi önünde vurulan devrimci öğrencilerden İlker Mansuroğlu’nun 28 Aralık 1970 Pazartesi günü akşamı tedavi edildiği hastanede ölümü üzerine ”Dağcılar”, tepkilerini dile getirmek amacıyla yapacakları eylem için Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliğini seçerler. “Dağcılar”, 29 Aralık 1970 Salı günü ABD Büyükelçiliği önündeki polis noktasının kurşunlanmasıyla başlayan eylemler dizisinin ardından 04 Mart 1971 Perşembe günü yayınlanan bir bildiri ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) varlığını duyururlar.

13124756_586270268209709_4907217492275179437_n (2)

4. Örgütün Adı

4.1. ‘Türk” değil ”Türkiye”

Türkiye’de uzun bir dönem sağ kanat, ısrarla örgütün adını “Türk Halk Kurtuluş Ordusu” olarak söylemeyi yeğledi, çünkü Türkiye ve Türkiyeli gibi ifadeleri bölücülük olarak görüyorlar ve Türkiye’de farklı budunsal (etnik) grupların bulunduğunu kabul etmedikleri gibi dünyada neredeyse bütün örgütlerin ülke adlarıyla anıldığını da unutuyorlardı.

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun Sıkıyönetim Mahkemelerindeki dava dosyalarında örgüt adı doğru biçimde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu olarak yer almasına karşın, devlet tarafından hazırlanan kitapçıklarda “Türk Halk Kurtuluş Ordusu” olarak belirtilmeye özen gösterilmişti. (Bkn. Başbakanlığın emri ile Bakanlıklararası bir kurul tarafından hazırlanmış olan “Beyaz Kitap”, Ankara-1973.)

Örgüt adının doğru kayda geçirilmesi yönündeki ısrarlar karşısında ise THKO, bölücülükle damgalanıyordu. THKO 1 ve 2 Davalarının mahkeme başkanı Ali Elverdi, Bu Vatana Kastedenler adlı kitabında şöyle diyordu:

”Sanıklar Türklüğü asla kabul etmezlerdi. Adeta Türklüğe düşman yani ‘Türk’ kelimesine düşman. Bir gün mahkeme ‘Türk Halk Kurtuluş Ordusu 2′, yani birinciyi bitirmiştik Deniz Gezmiş’le, 2.si, Gülay Özdeş’le filan olan, Hasan Bakırlar olan bir gurup vardı. İşte bu Mehmet Emin Aktaş da onların içindeydi. O muhakemeyi yaparken birisine kızdım. Yani Türk Halk Kurtuluş Ordusunda değilmiş gibi hareket ediyor. ‘Yahu’ dedim, ‘Sen Türk Halk Kurtuluş Ordusu mensubu değil misin?’ Hemen oradan Gülay Özdeş fırladı (Müfit Özdeş’in eşidir) ve bana: ‘Başkan’ dedi. ‘Biz, Türk Halk Kurtuluş Ordusu değiliz. Biz ‘Türkiye’ Halk Kurtuluş Ordusu mensubuyuz! Türkiye’de de vardır halk kurtuluş ordusu, Yugoslavya’da da vardır. El-Fetih’te de vardır. Rusya’da da vardır.’ Dedim ‘Zapta aynen geçirelim mi? Hepiniz razı mısınız?’ Hepsi kalktılar: ‘Hepimiz istiyoruz. Öyle diyoruz’ dediler. Ve aynen zapta geçti. Bunların işte Türklüğe adeta allerjileri vardır. Asla kabul etmiyorlardı. Bazıları savcılıkta verdiği ifadelerde ‘Ben Türk de değilim, müslüman da değilim’ demiştir.””

4.2. ”Halk Kurtuluş Ordusu” Kavramı

“Halk Kurtuluş Ordusu” (İngilizce|English ”People’s Liberation Army”) ifadesi, ilk kez Çin Komünist Partisi tarafından Parti önderliğindeki ama partili olmayanların da yeraldığı silahlı örgütlenmeleri ifade etmek için kullanıldı. ÇKP ile aynı zeminde yeralan partiler de kurdukları askerî örgütlenmelere bu adı verdiler ya da bu adı ima ettiler.

THKO, ÇKP ile aynı zeminde olmayıp da bu ifadeyi kullanan ilk ve bilinen tek (!) örgüttür. Benzer biçimde THKP-C de kendisini Ordu yerine Parti ve Cephe olarak tanımlamasına karşın “Halk Kurtuluş” (İngilizce|English ”People’s Liberation”) ifadesini kullanmayı yeğlemiştir.

1960’lı yıllar Küba Devrimi’nden esinlenen “Ordu” ve daha çok da “Cephe”lerin ortaya çıktığı bir dönemdir ve bu gruplar, ÇKP’den ayrı bir ideolojik-siyasî zeminde durduklarının bir göstergesi olarak genellikle Millî Kurtuluş (İngilizce|English ”National Liberation”) önekini kullanmışlardır.

THKO’nun tamamen, THKP-C’nin kısmen, ÇKP’yi anımsatan bu ifadeleri örgütlerinin adı olarak kullanmış olmaları, iki örgütün önder ve kurucu kadrolarının da Çin ve Küba deneyimlerini birbirlerini dışlayan ve kendi içlerinde mutlaklaştıran okullar olarak algılamadıklarının işareti olarak görülebilir.

Türkiye dışından bakıldığında adları yüzünden Maoist olarak etiketlendirilebilecek bu iki örgütün önderleri, bu tür ifadelendirmeleri ciddiye almamışlardır.

4.3. ”Askerî” değil ”Siyasî” bir “Ordu”

Ordu, askerî bir kavram olmasına karşın THKO, kendisini siyasî bir örgüt olarak tanımlamıştır. Bu, siyaset ve savaş ilişkisinin ele alınma biçimiyle bağıntılıdır. Hüseyin İnan, kendi anlayışlarını şöyle açıklamaktadır:

”Politik mücadele yöntemlerinin en üst düzeyine şiddet politikası ve şiddet politikasının temel yöntem olduğu politik mücadeleye de silahlı mücadele diyoruz.”” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

THKO’nu “politik örgüt” olarak tanımlayan Hüseyin İnan, “THKO, parti ve ordu fonksiyonlarını bünyesinde taşımaktadır” demektedir.

4.4. ‘Marksist-Leninist” değil ”Millî Demokrat Devrimci” bir “Örgüt”

THKO, ne komünist, ne sosyalist bir örgüttü. Programı Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye’yi kurmaktı. Örgütün varlığını kamuoyuna açıkladığı 4 Mart 1971 tarihli bildirisinde “Amacımız Amerika’yı ve tüm yabancı düşmanları temizleyerek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş tam bağımsız Türkiye’yi kurmaktır.” denilmektedir. THKO militanları, hem kişisel sorgularında hem de ortak savunmalarında bu temelden hareket etmişler ve her aşamada Örgüt’ün programını savunmuşlardır. Hemen hemen bütün militanlarının tek tek kendilerini Marksist-Leninist olarak tanımladığı bir örgütün kendisini Marksist-Leninist, Komünist vb olarak tanımlamaması yadırgatıcı görünebilir, nitekim görülmüştür de. Oysa ki THKO’nu kuran ve kendilerini Marksist-Leninist olarak tanımlayan kadrolar, kurdukları örgütün verili andaki militan bileşimini değil, gelişim sürecindeki bileşimini esas almışlardır. Öngörülen, gelişimi içinde THKO’nun sosyalist olmayanların da katıldığı/içinde yeraldığı bir örgüt haline gelmesidir.

Söz konusu kadrolar, halk savaşının başarısı için iki örgütün stratejik öneme sahip olduğunu düşünmüşlerdir: işçi sınıfı partisi ve halk ordusu. Bu iki örgütü de işlev-görev ve kitle ilişkileri düzeyinde ele alan Hüseyin İnan, “Parti”nin görevini “işçi sınıfı ideolojisinin hakimiyetini devam ettirmek ve başka ideolojilerin mevcudiyetini minimuma indirgemek” olarak tanımlamakta, kuruluş koşulunu da işçi sınıfı ile örgütsel bağların gelişmesinde görmektedir. “Ordu”nun görevi ise “halkın silahlı gücü” olmaktır. “Ordu” da halk kitleleriyle örgütsel bağlar geliştikçe gerçek bir halk ordusu olacaktır. Dolayısıyla THKO, örgütsel düzey açısından ne bir parti ne de bir ordudur; parti ve ordu fonksiyonlarını üstlenen bir örgüttür.

”THKO’nun savaşçıları işçi sınıfı ideolojisini kabul ettikleri içindir ki politik mücadelede sağlam bir düşünce-davranış bütünlüğü içine girenler partinin ilk çekirdeği olacaklardır. Halk kitleleriyle örgütsel bağlar geliştikçe, THKO saflarına küçük-burjuva ideolojisini taşıyanlar girecektir. O zaman bir taraftan partinin ordudan örgütsel farklılığı zorunluluk haline gelecek, diğer taraftan da küçük-burjuva ideolojisini ordu içinde de olsa tasviye etmek ve savaşçıların işçi sınıfı ideolojisini benimsemelerini sağlamak şart olacaktır. Halk savaşının gelişim süresinde, ordu içinde farklı ideolojilerin varlığı kaçınılmazdır. Partinin görevi, işçi sınıfı ideolojisinin hakimiyetini devam ettirmek ve başka ideolojilerin mevcudiyetini minimuma indirgemektir. Bu genel tutum, halk savaşının başından sonuna kadar izlenmesi gereken bir tutumdur.”” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

5. THKO’ya Yön Veren Siyasî Çizgi: Türkiye Devriminin Yolu

THKO’na yön veren siyasî çizgi, Hüseyin İnan tarafından yazılan Türkiye Devriminin Yolu broşüründe kayıt altına alınmıştır. Broşür, önce teksir ve fotokopiyle çoğaltılmış, 1976’da Belge, 1991’de ise Ulusal Kültür tarafından yayınlanmıştır. Aşağıdaki bölümlerde broşürün sınırlı bir özeti verilmektedir.

5.1. Türkiye Toplumunun Yapısı

Hüseyin İnan’a göre Türkiye, ekonomik, politik, askeri, kültürel alanlarda emğeryalizme yarı bağımlı durumda olup azgelişmiş kapitalizm ile feodal ve yarı-feodal üretim ilişkilerinin birarada yaşamakta olduğu bir ülkedir. 1923-50 dönemini “kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin hakim olduğu, ticaret burjuvazisinin yabancı tekellerle bağlarını tamamen koparmadığı ve anti-emperyalist politika içinde reformist burjuvazi ile ittifak kurarak kapitalist yoldan kalkınmayı gerçekleştirmek için bocalama dönemi” olarak tanımlayan İnan, 1950’den 1972’ye kadar olan dönemi “emperyalizmin sömürü politikasına bağlı olarak güdümlü kapitalizmin sanayi sektöründe hakim olduğu ve yabancı sermayenin imalât sanayii -tüketime dönük- ile montaj sanayii gelişimine hız vererek tüm yatırım ve sömürü alanlarını ele geçirdiği dönem” olarak görmektedir.

“Türkiye’de millî burjuvazi ve onun kontrolünde millî sanayi yok denecek kadar azdır.” diyen İnan, “gerici sınıf ve tabakalar” olarak “işbirlikçi burjuvazi, ticaret burjuvazisi, toprak ağaları, aracı sınıflar vs.”i anmakta, bunların emperyalizmle ittifak halinde olduğunu söylemekte ve “ilerici sınıf ve tabakalar”ın da “işçi sınıfı (sanayi ve tarım proletaryası), yoksul ve orta halli köylü, küçük burjuvazi ve lumpen proletarya” olduğu belirlemesini yapmaktadır.

5.2. Türkiye’de Devlet ve Faşizm

Hüseyin İnan’a göre Türkiye’deki devlet, emperyalist sömürünün devamını sağlayan ve “işbirlikçi burjuvazi, ticaret burjuvazisi, toprak ağaları, aracı sınıflar vs.”in çıkarlarını koruyan bir devlettir. İnan, “gerici sınıflar diktatoryası” tabirini kullanmaktadır.

İnan, 12 Mart öncesi durumu şöyle anlatmaktadır:

“‘Burjuva demokrasisinden çok farklı olan yurdumuzdaki şeklî demokrasi sınırları içinde gerici güçler dışındaki politik mücadele ve örgütlerinin legal çalışma olanakları yoktur. zaten ezilen halk kitlelerinin politik mücadele imkânları olmadığı gibi ekonomik mücadelelerine imkân veren legal ortam da çok sınırlıdır. Geniş köylü yığınları ekonomik düzeyde hiçbir örgütlenmeye giremezler. İşçi sınıfı ise, icazetli bir ekonomik mücadeleye mecbur bırakılmıştır. Şeklî demokrasinin bu yapısını ise, devrimci bir iktidar kurulmadan zorlayarak değiştirme olanağı yoktur. Demokratik halk hareketlerinin kısa vadeli başarılarının sağlayacağı imkânlarla bir burjuva demokrasisi ortamı sağlamak imkânsızdır. Halk kitlelerinin politik çıkışlarına, hakim sınıflar zorla cevap verecek ve silahla bastırma yoluna sapacaklardır.”” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

Ordu konusuna özel bir başlık açan İnan, “içinde ilerici ve radikal güçleri barındıran ordu”nun 1950’den sonra Amerikanlaştırılmaya çalışıldığını; 1960 deneyiminden sonra da “sınıfsal yapısının değiştirilmeye başlandı”ğını; 12 Mart’tan sonra ise Ordu içindeki ilericilerin tasfiye edildiğini düşünmektedir.

İnan, şöyle demektedir:

”Bugün (12 Mart’tan sonra) yurdumuzda ordu, kesin olarak gerici ve işbirlikçi politikanın halk yığınlarına karşı baskı aracı haline gelmiştir.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

“Türkiye Faşizmi” başlığı altında incelediği 12 Mart Muhtırası ile başlayan sürecin temelinde “emperyalizmin Orta Doğu’daki çıkarlarının devamı” ve “işbirlikçi burjuvazinin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dair yıllar sonrasına ait planları”nın yatmakta olduğu vurgulanmakta ve 12 Mart Muhtırasına giden süreç şöyle anlatılmaktadır:

”Yurdumuzda 1961 Anayasasının tanıdığı şeklî demokratik ortam, tüm ilerici sınıf ve tabakaların demokratik mücadelelerini devam ettirecek legal ortam sağlamıştır. Yine 1961 Anayasasının garantisi altında bulunan özerk kurumlar ve sendikal haklar, bilhassa gençlik, aydın ve işçi kesiminden politik mücadeleye ve halk savaşına dönük örgütlenmelere sebep oldu. Sınıf mücadelesinin yoğunlaşması ve politik planda devrimci bir cephenin oluşması, gerici sınıfların sömürülerine belli oranda engel oluyordu. Devrimci cephe halk kitlelerine doğru yayılma gösterirken, gerici cephe içinde ekonomik ve politik parçalanma her gün biraz daha büyüyor ve bu durum devrimci cephenin güçlenmesini sağlıyordu. Gerici güçler arasında ve devlet mekanizmasında otorite zayıfladı ve mevcut hiyerarşik yapı pratikte işlemez oldu. Devlet yapısının temel organları olan yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ahenk ve sistemli işleme bozularak devlet, halk kitleleri üzerindeki baskı fonksiyonunu gereği şekilde uygulayamaz hale geldi. Gerici sınıfların temsilcisi partilerin yıpranmalarına yaradı. O şartlar altında ise devrimci cephenin gücü, devrime gidecek düzeyde olmadığı için radikal güçlerin varlığı iktidar alternatifi olarak ortaya çıkıyordu.”” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

İnan’a göre, 12 Mart Muhtırası, “uzun yıllar boyunca uygulanmasına girişilecek olan faşizmin kalk borusu”dur.

5.3. Millî Demokratik Devrim

Lenin’le başlayarak ve ona dayandığını söyleyen Mao’yla devam ederek Marksist yazında yerleşmiş bir anlayışa göre “Demokratik Devrim” (DD) ve/veya “Millî Demokratik Devrim” (MDD), özü itibariyle Burjuva Demokratik Devrim’dir (BDD); kapitalizme yol açar, kapitalizmi geliştirir. Eski tipte “BDD” ile yeni tipte “BDD” arasındaki fark esas itibariyle sınıfsal önderliğe ilişkindir; eski tipte “BDD”’de önderlik burjuvazide, yeni tipte “BDD”de ise proletaryadadır.

Hüseyin İnan, “DD” ve “MDD”’nin bir “BDD” olduğunu kabul etmemekte, “BDD” ile “MDD” arasındaki farkı şöyle açıklamaktadır:

“MDD, emperyalizmin hegemonyası altındaki ülkelerin, evrensel bir öz kazanmış olan devrim stratejisidir. Burjuva demokratik devrimi ise, kapitalist üretim ilişkilerinin belirli bir gelişim düzeyinde (emperyalizm faktörü önemli değildir) kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin tasfiyesi için geçerli bir devrimdir. İki devrim, politik ve ideolojik karakterleriyle birbirinden farklıdır. Bu yüzden MDD ile burjuva demokratik devrimi arasında sadece öncülüğe bağlı bir ayrımdan hareket edilerek tahlil yapılamaz.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

5.3.1. İktidar Öncesi Dönem

Türkiye’de (ve diğer bağımlı ülkelerde) hakim çelişkinin emperyalizm ile halk arasındaki çelişki olduğunu savlayan Hüseyin İnan, halk içinde yer alan her sınıfın kendi sınıfsal çıkarlarıyla devrimde yer alacaklarını düşünmektedir. Bu sınıflardan işçi sınıfı, kendi iktidarını gerçekleştirebilmek için öncelikle bu hakim çelişkinin çözümünü sağlamalıdır. Köylülüğün ise, toprak ve özgürlük için devrimde yer alacağı öngörülmektedir.

”Bu yüzden MDD mücadelesi, başından sonuna kadar ezilen sınıf ve tabakaların politik mücadeledeki ittifaklarıdır. Başka bir ifade tarzı ile, önümüzdeki devrimci adımın MDD olmasını zorunlu kılan etken, temel çelişkinin çözümü için gerekli sınıflar ittifakıdır.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

5.3.2 İktidar Dönemi

MDD’yi sosyalizme hazırlık süreci olarak ele alan İnan, devrimin kapitalist bir toplum yaramayacağını düşünmektedir.

”Emperyalizmin tasfiyesinden sonra halk kitlelerinin kendi aralarındaki çelişkiler ön plana çıkacaktır, fakat emek-sermaye çelişkisi temel çelişki olmayacaktır ve olamaz. Temel çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olması demek, toplumda kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olması ve işçi sınıfının sömürülmesi demektir. Oysa MDD böyle bir toplum yaratmayacaktır. Emek-sermaye çelişkisi talî bir çelişki olarak MDD sürecinde belirli bir dönem var olacaktır, fakat hakim çelişki olamaz. Olması demek devrimde işçi sınıfı öncülüğünün gerçekleşmemesi demektir. İşçi sınıfı öncülüğünün gerçekleşmemesi halinde ise, MDD söz konusu değildir.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

5.4. Halk Savaşı

Hüseyin İnan, devrimci bir iç savaş biçiminde geliştiğini söylediği halk savaşını açıklarken üç konuyu vurgulamaktadır: 1. Politik mücadelede sınıfların mevzilenmesi (millî cephe politikası), 2. İşçi sınıfı öncülüğü, 3. Özünü politikadan alan askeri devrimci teori.

İnan’a göre millî cephe politikası, “halk savaşında ezilen sınıf ve tabakaların ortak mücadelesi ve bu mücadelenin belirlediği politika”dır ve işçi-köylü ittifakı temelinde bütün ilerici sınıf ve tabakaların anti-emperyalist savaşımı anlamına gelir. Halk savaşında halk kitlelerinin örgütleneceği iki temel örgüt olarak işçi sınıfı partisi ve halk ordusunu gören İnan, başka türde örgütlenmelerin stratejik öneme sahip olmayacağını düşünmektedir.

Klâsik üç stratejik aşamalı (savunma-denge-saldırı) “halk savaşı kuramı”nı kabul ettiği anlaşılan İnan, halk savaşını, kırsal alanları ve şiddet politikasını temel alan siyasî mücadele olarak anlamaktadır. Ona göre silahlı mücadele, halk kitlelerini örgütlemek için yürütülen siyasî mücadeledir.

5.5. Kemalizm

THKO militanlarının Mustafa Kemal Atatürk’e bakışı olumludur. Gerek kişisel sorgularında gerek “Ortak Savunma”da bu durum açıkça görülebilir.

”Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz.” – Deniz Gezmiş, Sorgu, THKO Davası 1

”Biz halkımızın çocukları ve Atatürk’ün memleketi emanet ettiği gençleriz.” – Mustafa Yalçıner, Sorgu, THKO Davası 1

”Biz Atatürk’ten Mustafa Kemal diye bahsediyorsak, onu kendimize yakın hissettiğimizden ve onun gibi büyük bir bağımsızlık savaşçısını kendimize silah arkadaşı kabul ettiğimizdendir.” – Osman Arkış, Sorgu, THKO Davası 1

Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu’nda Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden kadronun “parçalanmış Osmanlı ordusunun ilerici ve reformist kanadı ile şehir küçük burjuvazisi” olduğu düşüncesindedir. İnan, MDD’yi irdelediği bölümde “Devrimde işçi sınıfının öncülüğünün gerçekleşmemesi halinde, pratikte öncülüğü ele geçirebilecek sınıf küçük burjuvazidir.” demekte; bu durumda “Toplum, ya kapitalizme kayacaktır ya da geçici bir bocalama döneminden sonra ülke tekrar emperyalizmin kontrolüne girecektir.” yorumunu yapmakta ve “Ulusal Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye’nin tekrar emperyalizmin kontrolüne girmesi”ni, “ikinci alternatife tipik bir örnek” olarak değerlendirmektedir.

Emperyalizme bağımlı ülkelerde ülke halkının tepkisinin ordu da görüldüğünü ve bazı durumlarda ordu içindeki radikal güçlerin iktidarı ele geçirdiklerini söyleyen İnan, Kurtuluş Savaşı ile ilgili şu sonuca varmaktadır:

”Parçalanmış Osmanlı ordusunun ilerici anti-emperyalist kanadından gelen subaylar, 1923’te halk kitlelerini de peşlerinden sürükleyerek emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermişlerdir.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

5.6. Millî Mesele

”Kurtuluş savaşına, Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan bütün ulusların ilerici ve anti-emperyalist sınıf ve tabakaları aktif olarak katıldılar. Bağımsızlık savaşının sonunda kurulan hükûmette Türk milliyetçiliği hakim durumda idi. Bu nedenle Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan hiç bir ulusa demokratik hak ve özgürlükleri tanınmadı; tam tersine, bütün uluslar asimile edilmeye başlanarak Türk ulusu imtiyazlı bir duruma getirilmeye çalışıldı.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

TDY’de burjuvaların (Türk, Kürt, Arap, vs.) işbirlikçi durumuna geldiği, ağa, tefeci, bezirgân takımının zaten ulusal davranışlara karşı olduğu, Türk burjuvazisi kadar Kürt ya da Arap burjuvazisinin de işbirlikçi ilişkiler içine girerek gayrı-millî duruma düşmüş olacağı ve bu güçlerin emekçi ve ilerici sınıflara karşı ittifak içinde olduğu savlanmaktadır.

THKO, “bütün ulusların eşitliğine ve “her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkı”na titizlikle saygı gösterip her türlü imtiyaza karşı çık”maktadır. “Türkiye’nin toprak bütünlüğü içindeki iktisadî hayatın bütünleştirilmesi(nin) emekçi sınıfların yararına olaca”ğı düşünülmekte ve TDY’de “Kürt emekçilerinin sınıfsal çıkarları da ancak Türkiye halkının ortak mücadelesi ile sağlanabilir.” sonucuna varılmaktadır.

Soruna Türkiye Halkı olarak kabul ettikleri tüm uluslardan devrimci sınıf ve tabakaların çıkarları ve ortak savaşımının oluşturulması temelinde bakılmakta; çözüm önerisi ise şöyle ifade edilmektedir:

”Türkiye’deki tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun çözüm yolu da bölgesel özerklik olacaktır. Bölgesel özerkliğin sınırlarını ve kapsamını da ancak aynı sosyal ve iktisadî yaşantıya sahip olan halkların kendileri tayin eder. Biz, bu özerklikte titizlikle Türkiye’de uluslararası (sosyalist) kültürün ve iktisadî yapının korunmasına çalışmalıyız. Çalışmalıyız, çünkü sosyalist, uluslararası kültür ve iktisadî ilişkiler bütün çalışan sınıf ve tabakaların çıkarınadır.” – Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu (Mart 1972)

6. THKO Militanları

THKO’nun (öncesi de dahil) içinde yeralan ya da davalarda yargılananların bir kısmı aşağıda ilk ada bağlı olarak alfabetik sırayla verilmiştir.

Ahmet Erdoğan, Ali Aydın Çığ, Alpaslan Özdoğan, Atilla Keskin, Avni Gökoğlu, Cihan Alptekin, Deniz Gezmiş, Ercan Öztürk, Ergun Adaklı, Erol Tulpar, Fevzi Bal, Gülay Ünüvar-Özdeş, Hacı Tonak, Hasan Ataol, Hasan Bakırlar, Hüseyin Cemal Özdoğan, Hüseyin İnan, İbrahim Öztaş, İbrahim Seven, İrfan Uçar, Kadir Manga, Kor Koçalak, Mehmet Asal, Mehmet Nakipoğlu, Mehmet Özdemir, Mete Ertekin, Metin Güngörmüş, Metin Yıldırımtürk, Mustafa Çubuk, Mustafa Taylan Özgür, Mustafa Yalçıner, Nahit Töre, Necmettin Baca, Niyazi Yıldızhan, Oktay Kaynak, Osman Arkış, Ömer Ayna, Recep Sakın, Safa Asım Yıldız, Semih Orcan, Sevim Onursal, Sinan Cemgil, Taşkın Tanman, Teslim Töre, Yusuf Aslan, Zerruh Vakıfahmetoğlu…

7. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu Davaları

THKO 1 Davası

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ana davasıdır. Sanıkların çoğunluğu yükseköğrenimli gençlerden oluşmaktadır. Dava, 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no’lu Mahkemesi’nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan TCK’nin 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldılar.

Mahkeme kararı 24 Nisan 1972’de TBMM’de oylandı. 276 milletvekilinin “Evet”, 48 milletvekilinin de “Hayır” oyu verdiği oylamada iki çekimser oy çıktı. Necmettin Erbakan, Osman Bölükbaşı, Hüdai Oral, Mustafa Timisi’nin de aralarında bulunduğu 115 milletvekili ise oylamaya katılmamıştı. “Hayır” oyu verenler arasında; İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar, Muammer Erten, Necdet Uğur gibi isimler bulunmaktaydı. Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, İsmet Sezgin, Nahit Menteşe, Hasan Korkmazcan, Necmettin Cevheri “Evet” oyu kullanan 276 milletvekili arasındaydı. Bir sonraki gün gazeteler, oylamada Süleyman Demirel’in bir yandan kolunu kaldırırken diğer yandan da grubundaki milletvekillerinin oylarını kontrol ettiğini yazacaktır.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 Cumartesi günü idam edildiler.

THKO 2 Davası

Gülay Ünüvar-Özdeş ve Hasan Bakırlar’ın da aralarında yer aldığı davadır. Sanıkların çoğunluğu yükseköğrenimli gençlerden oluşmaktadır.

THKO 3 Davası

Sanıkların çoğunluğu işçi ve emekçi köylü kökenlidir.

8. 1974 Sonrası THKO

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bilinçli eylemler örgütleyen ve bu eylemlere önderlik eden devrimcilerin ideolojik-politik ayrışması sonucu ortaya çıkmış bir devrimciler örgütüydü. Yazılı program ve tüzüğe sahip değildi ama diğer grup ve çevrelerden kendisini ayıran açık bir siyasal program ve örgüt anlayışına sahipti. Bu siyasal program bilinçli eylem içinde geliştirilmiş ve örgütü oluşturanlarca Diyarbakır cezaevinde yazılan bir broşüre dayanarak benimsenmişti. Bir millî demokrat devrimci örgüt olarak THKO’nun varoluş gerekçeleri, 4 Mart 1971’de yayınlanan “Dünya ve Türkiye Halklarına” başlıklı bildiride açıklanmıştır. Örgüte yön veren sosyalist düşünce ise Hüseyin İnan tarafından cezaevi koşullarında geliştirilen ve örgüt pratiğindeki hataların da değerlendirildiği “Türkiye Devriminin Yolu” (TDY) adlı çalışmada kayıt altına alınmıştır.

Her yenilgi sonrasında olduğu gibi THKO’nun sürdürdüğü savaşımın yenilgisinden sonra da “özeleştiri” çalışmaları başlatılmıştır. Örgütün özeleştirisinin ana hatları TDY’de yapılmış olmasına karşın, önder kadroların ölümünden sonra yeni bir özeleştiri dalgası yükselmiştir. Bu yeni özeleştiri dalgası, iki kanaldan ve her ikisi de örgütün siyasî temellerine ilişkin olarak geliştirilmiştir.

THKO’nun cezaevi dışında bulunan Teslim Töre yönetimindeki kadroları tarafından kaleme alınan “Mücadelede Birlik” (1974) adlı broşürde Türkiye’nin önündeki devrimci aşamanın Millî Demokratik Devrim olduğu kabul ediliyor ama devrimci savaşımın temel alanının kırsal alanlar olduğu anlayışı terkediliyor, yerine temel alanın kentlere geçiş için bir sıçrama alanı olması ve işçi sınıfının esas alınması gerektiği anlayışı ikâme ediliyordu. Ordu örgütlenmesi değil de partiye yönelinmesi gerektiği bir başka farklılaşmaydı. Kürdistan, ilhak edilmiş bir ülke olarak ele alınıyor ve bu temelde de Kemalizme ilişkin yaklaşım terkediliyordu. Teslim Töre, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde yer alan yazısında Mücadelede Birlik broşürünün “programatik manifesto oluşturmaya yetme”diğini söyleyecektir.

THKO’nun cezaevinde kalan ve çoğunluğunu ODTÜ kökenlilerin oluşturduğu Mustafa Yalçıner önderliğindeki kadrolar ise “Geçmişin Eleştirisi” (1974) adlı çalışmalarında (Kürdistan’a ilişkin tez dışında) Mücadelede Birlik’ten çok da farklı olmayan açılımlar yapacaklardı.
“Geçmişin Eleştirisi” yazısı üzerine çıkan tartışmalar, Hüseyin İnan’ın Türkiye Devriminin Yolu broşüründe ifade ettiği görüşleri savunanların kendi yollarını açmak için ayrılmaya başlamalarıyla sonuçlandı.

1974 yılındaki kısmî af çerçevesinde cezaevinden çıkan kadrolarla dışarıdaki kadrolar, yaptıkları bir dizi görüşme sonucunda Örgüt’ün merkezî yapısının yeniden kurulması için 1975 başlarında 9 kişiden oluşan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu – Geçici Merkez Komitesi’ni (THKO-GMK) kurdular. THKO-GMK’nin görevi, örgütlenmek, program ve tüzük hazırlamak ve ideolojik-kuramsal görüş oluşturmaktı. THKO-GMK, bu çerçevede Türkçe-Kürtçe bir merkez organ (Yoldaş-Heval) yayınlamaya başladı.

İki farklı özeleştiri süreci ve farklı kanallardan beslenmenin ne tür ideolojik-kuramsal farklılıklar doğurduğu Yoldaş-Heval]’in 2. sayısının hazırlığı sırasında ortaya çıkacaktı. THKO-GMK üyelerinin çoğunluğunun Çin Komünist Partisi-Arnavutluk Emek Partisi zemininde yer aldığı ve yeni sayının kapağına “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” görüşünü yazma kararı aldıkları öğrenildiğinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne mesafeli olmakla birlikte benzer bir olumsuz yaklaşım içinde bulunmayan Mücadelede Birlik kökenliler bu duruma karşı çıktılar. Bir dizi görüşmenin sonucu olarak ideolojik ayrılığın giderilemeyeceğinin anlaşılması üzerine 1976 yılı başlarında taraflar, birbirlerine karşı şiddet kullanmayacaklarını bir protokolle bağlayarak ayrıldılar. Bu süreçte ayrılan bir başka grup ise Beş Parçacılar olarak adlandırılan gruptur. Beş Parçacılar, daha sonra TDKP’ye katılmışlardır.

Eleştirilere karşın THKO adını soneksiz kullanmakta ısrarlı davranan “Yoldaş” grubu, Ekim 1978’de topladığı Konferansla adını Türkiye Devrimci Komünist Partisi – İnşa Örgütü (TDKP-İÖ) olarak değiştirdi. 2 Şubat 1980’de gerçekleştirdikleri Kongre ile de Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ni (TDKP) kurdu. Grup, 12 Eylül Askeri Müdahalesinden önceki dönemde, THKP-C kökenli Devrimci Yol’dan sonra en geniş kitle temeline sahip ikinci hareket olarak kabul edilmiştir.

Mücadelede Birlik grubu ise Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu – Mücadelede Birlik (THKO-MB) adı altında savaşımlarını sürdürdüler. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) ile yapılan birlik görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra yoluna yalnız devam eden Grup, Nisan 1980’de gerçekleştirdiği bir kongreyle Türkiye Komünist Emek Partisi adı altında partileşti.

Hüseyin İnan’ın Türkiye Devriminin Yolu broşüründe ifade ettiği görüşleri savunanlar ise Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu – Türkiye Devriminin Yolu (THKO-TDY) adı altında savaşımlarını sürdürdüler, ancak merkezî bir örgütlenme oluşturamadılar. Birbirinden bağımsız gruplar, yerel düzeyde etkili olabildilerse de, içlerinden hiçbiri ülke düzeyinde etkili bir siyasal grup oluşturma becerisi gösteremediler.

9. Kaynaklar
◦Diyarbakır Bildirisi (1970)
◦Yusuf Aslan – El Feth’e niye gittim
◦THKO Kuruluş Bildirisi (1971)
◦THKO Programı (yakında!)
◦THKO 1 Davası Savunma’dan Bölümler (1972)
◦Deniz Gezmiş’in Sorgusu (1971)
◦Yusuf aslan’ın Sorgusu (1971)
◦Hüseyin İnan’ın Sorgusu (1971)
◦Hüseyin İnan – Türkiye Devriminin Yolu (1972) (yakında!)
◦Hüseyin İnan – Türkiye Devriminin Yolu’ndan ayrıntı: Türkiye Faşizmi ve Faşizme Karşı Tavrımız
◦Hüseyin İnan – Türkiye Devriminin Yolu’dan ayrıntı: Millî Mesele
◦Son Mektuplar (1972) – Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
◦İdama Giderken (6 mayıs 1972.

Orhan Yalçın Gültekin