bir avuçtular DENİZ OLDULAR..

untitled.png2 10 0cak 1972 Askeri Yargıtay İkinci Dairesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararlarını onayladı.

“6.Filo geldiğinde..
Protesto için çocuklar Sultanahmet meydanına geldi.
Deniz, Alman çeşmesinin üzerine çıktı.Orada elini kaldırdı.
’Arkadaşlar! Amerikan emperyalizmiyle sonuna kadar savaşacağız.
Bu savaş bizimdir. Bu memleket bizimdir. …
Emperyalizmin bizim ülkemizde yeri yoktur.
Emperyalistleri denize dökelim’ dedi.
Oradan koşarak Dolmabahçeye geldiler.
Yakaladıkları Amerikan askerlerini denize döktüler.”ERGİN KONUKSEVER
#Deniz, öldürülen arkadaşının başında ağladı.60’lar kanlı bir finalle son buldu..
14 Aralık 1969 Pazar günü, 22 yaşındaki Battal Mehetoğlu, Yıldız Mühendislik Mimarlık Akademisi önünde silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü.Büyük umut ve heyecanla başlayan 60’lı yıllar, böylece kanlı bir finalle son buluyordu….Mehetoğlu, o yıl içinde öldürülen 8. öğrenciydi. Ölüm, sıradanlaşmaya başlamıştı.Ama Deniz için değil…O, hemen soluğu Mehetoğlu’nun yanında almış, gözü onun cansız bedeninde olduğu halde duvara dayanıp kalmıştı. Bir ara Mehetoğlu’nun boynundaki kolyeyi aldı; içine baktı. Genç bir kızın resmi vardı. Deniz, orada kendini tutamayıp ağladı.En uzun tutukluluğu Mehetoğlu öldürüldükten sonra, polis birçok üniversiteyi ve yurdu bastı. Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nde yapılan aramada bir av tüfeği bulundu. Bunun Deniz’e ait olduğu iddia edildi ve Deniz Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nda (TMGT) gözaltına alındı. Adliyede tutuklandı. Sağmalcılar’a yollandı. En uzun tutukluluğu, böylece başlamış oldu.Tarih, 21 Aralık 1969’du.HAMDİ GEZMİŞ

‘Abimle aynı hapishanede yattık’

1970 Mayıs’ında, üniversite 1. sınıftaydım. Daha 18 yaşıma basmamıştım. Dönemin siyasi iklimi ve abimin de etkisiyle, gençlik eylemlerine katılmaya başlamıştım. O dönem, Haliç’teki Sungurlar Kazan Fabrikası’nı işçiler işgal etmişti. Biz de desteğe gitmiştik. Ertesi sabah, bizim apartmanın karşı köşesinde sürekli Deniz abimi bekleyen Komiser Kemal kapıyı çaldı. Babam açtı. “Hayırdır Kemal Bey, Deniz Bayrampaşa’da” dedi.

Güldü Komiser Kemal:

“Cemil Bey, bu sefer Deniz için değil, Hamdi için geldim. Dün bir olaya karışmış, götürmemiz gerekiyor” dedi. Ben babama bahsetmemiştim. Meğer beni orada görüp mimlemişler. Babamla Sansaryan Han’daki Siyasi Şube’ye gittik. Beni Eyüp Adliyesi’ne sevk ettiler. Bir polisi darp etmekle suçlanıyordum. Oysa kimseye vurmamıştım; buna yapım da elvermezdi. Ne var ki, beni suçlayan polise hastaneden bir darp raporu almışlardı. Polise mukavemet iddiasıyla tutuklandım. Babam kapıda bekliyordu. Üzülmüştü tabii… Bir oğlunu kurtarmaya çalışırken öbür oğlu da hapse giriyordu şimdi…

Abime kavuştum

Bayrampaşa’ya götürüldüm. Hayatımda ilk kez cezaevine giriyordum. Orada saçlarımı sıfıra vurdular. Üzerinde bir numara yazılı plakayla fotoğrafımı çektiler. En büyük avantajım, Deniz abimin orada olmasıydı. Ondan güç alıyordum. Sol görüşlü öğrencilerin bulunduğu E1-101 koğuşunda abime kavuştum. Sarıldık. Kızdı bana; “Ne işin var burada” dedi. “Abi ben de istemezdim, ama bu şekilde oldu” dedim.

Baktım üstüme geliyor; “Senin burada ne işin varsa benim de o işim var” diye diklendim. “Benim görevlerim var” diye cevapladı. “Benim de görevlerim var o zaman” dedim. Bunun üzerine nasihatlere başladı: “Sen bana bakma; ben fırsat bulup okuyamıyorum. Ama sen önce okulunu bitirmelisin; bak sınavların var. Eyleme de katıl, ama dikkatli ol. Akıllı hareket et biraz” dedi.

Öyle gözü kara insan tanımadım.Herhalde bende bir ışık görüyordu; olaylara karışıp okumayacağımdan endişe ediyordu. Biraz daha kontrollü gitmem gerektiğini düşünüyordu.Aynı genden geliyoruz diye benim de benzer işlere kalkışacağımdan kaygılanıyordu. Aslında boşuna korkuyordu; bende onun cesareti, ataklığı, delifişekliği yoktu. Onun sandığı kadar cevval birisi de değildim; sakin, uslu bir gençtim. Zaten hiçbirimiz onunla boy ölçüşemezdik. Hakikaten çok cesurdu. Abim diye söylemiyorum; ben hayatta öyle gözü kara bir insan tanımadım. Gözünü budaktan esirgemezdi.

‘Kurulu düzeni bozma’

Koğuştaki tutuklu devrimciler arasında, abimin can dostu Cihan Alptekin de vardı. O da, cezaevinde bulunduğum sürede bana çok yakınlık göstermişti.

1688243_663148757083228_979376163_n

Bana Deniz abimin yanındaki ranzayı verdiler.

Orada abimin hapishane yaşantısını gördüm. Cezaevine gelir gelmez beni koltuğunun altına aldı, sahip çıktı. Ama bir taraftan da bana karşı bir iltimas, torpil kesinlikle yapmıyordu. Hiçbir konuda sorun çıkarmıyor, ama haksızlık olursa mutlaka müdahale ediyordu.

İçerde bir komün düzeni kurulmuştu. Gelen bütün gıdalar, ihtiyaç maddeleri, sigaralar vs. bir dolaba konur, oradan ortak kullanılırdı. Herkesin, günde bir paket Bafra istihkakı vardı. Ben sigaraya daha yeni başlamıştım; günde bir-iki tane içiyordum. Ortak dolapta Yeni Harman vardı. Nispeten daha kaliteli bir sigaraydı; belli zamanlarda ödül gibi dağıtılırdı. Abime dedim ki; “Ben her gün bir paket Bafra içeceğime haftada bir gün Harman alayım. Hem komünün de kârına…”

Kızdı bana:

“Burada kurulu bir düzen var. Bunu bozma. İçeceksen iç, İçmeyeceksen hiç içme” dedi.

Kiraz reçeli

Deniz abim, cezaevlerine gire çıka epey tecrübe biriktirmişti. Mutfakta tüp mü bitmiş; Deniz abim hemen bezler, sopalarla bahçeye çıkıyor, kutulardaki yağı beze buluyor, bezi sopaya sarıyor, böylece uzun süre yanan bir ocak elde ediyordu. Bir seferinde o ateşin üzerinde kiraz reçeli yaptı. “Abi kirazın reçeli olur mu?” dedim. “Ne yapalım, vişne yok” dedi. Tattırdı bana. Güzeldi. Eksik olan her şeyin ikamesini yaratmayı öğrenmişti.Hayat doluydu. Bir de mavrası, şakalaşmaları meşhurdu. Arkadaş canlısıydı. Hayat doluydu. Hep gülüyor, herkese takılıyordu. Sadece siyasi mahkûmlarla değil, adi suçlularla da, kabadayılarla da, hatta gardiyanlarla da iyi bir diyaloğu vardı. Onu seviyor, sayıyor, ama biraz da çekiniyorlardı.

Çay-sigara seansında ya kitap okunur ya bağlama çalınıp türkü söylenirdi. Abimin sesi pek iyi değildi; onun için koroya katılmaz, söyleyenlere bırakırdı. Sadece, “Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak” çalındığında marş gibi söylerdi onu… Ziyaret günü babam geldi görüşe… Ben hep camın öbür tarafında babamın yanında olurdum; bu kez camın bu tarafından, abimin yanından gördüm babamı…Fazla bir şey konuşmadık; “Bir ihtiyacınız var mı”, “Para lazım mı”, “Sınavların ne zaman” gibi sorular…8094_366121693443411_1197473268_n

‘Defol git!’

Çok uzun kalmadım Bayrampaşa’da… 15 gün sonra, tahliye edilecekler arasında adım anons edildi. Herkes bağırıp alkışlamaya başladı. Ben Deniz abime dönüp “Ben buradan memnunum, gitmek istemiyorum” dedim. O zaman çok kızdı:

“Hadi defol git, kafamın tasını attırmadan topla eşyalarını” dedi. Toplandım. Yolcu ederken herkes, “Gün doğdu hep uyandık” ve “Amerikan uşakları, iktidarın haydutları” marşlarını söyleyerek sloganlar atmaya başladı. Hiç unutmam, en başta Cihan vardı; Deniz abim gerilerdeydi, duygusallaşmıştı.

Sarıldık.

Deniz abime sarılınca göğsüne gelirsiniz. Öylece sarılıp ayrıldık. Bir süre sonra da Bursa Cezaevi’ne nakledildi.

12 Nisan 1971 Deniz Gezmiş Filistin’e gidişiyle ilgili duruşmada hakimin ” Ne iş yaparsın ” sorusuna DEVRIMCIYIM diye cevap verdi.(Nisan 1971, Filistin gizli örgüt kurma davası duruşması)
DENİZ GEZMİŞ
TURKIYE HALK KURTULUS ORDUSU’nun Yigit Savascilari..
Hayatlarini ve kisisel geleceklerini Türkiye’nin bɑğımsızlığınɑ ɑdɑmis DEVRIMCILER..
Deniz Gezmiş’in RİZELİ Kader Arkadaşı …
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idamlarının 43’üncü yılı anısına…

Deniz Gezmiş için Rize çok özeldi. Baba tarafı Rize İkizdere Cimil’den “Gezmişoğulları” sülalesinden geliyordu. Ataları, Orta Asya’dan göçen Oğuz Türklerinin bir kolu olarak Anadolu’ya gelmiş ve Rize’nin İkizdere kazasına bağlı Cimil’e yerleşmiş. “Gezmişoğulları” bu köylerden Başköy’de yaşamış, ticaret ve tarımla uğraşmışlar. Bir de Ardeşen ilçesinin Öce (Yeniyol) köyünden Cihan Alptekin, onun için çok değerliydi. Her fırsatta “Cihan varken bana bir şey olmaz” diyordu.
1979889_10152403519394674_2936839267710376273_n

Karadeniz aslan yürekli çocuğu Cihan Alptekin, 1947 yılında Rize’nin Ardeşen ilçesinin Öce (Yeniyol) köyünde doğdu. Devrimci Liseliler (Dev-Lis) kurucu önderlerindendi. Temmuz 1969’da Filistin’e giderek El-Fetih kamplarında diğer arkadaşlarıyla birlikte askeri eğitim aldı. Türkiye’ye dönüşünden bir süre sonra yakalandı ve hapse atıldı. Kasım 1971’de tutuklu bulunduğu Maltepe Askeri Cezaevi’nden THKP-C liderleri Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı ile birlikte tünel kazarak firar etti. Ocak 1972’de Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ı idamdan kurtarabilmek amacıyla Mahir Çayan’la Ankara’da bir araya geldi ve ortak eylem kararı alındı. Yapılan plan gereği THKO ve THKP-C Fatsa’da ortak karargâh kurdu ve Ünye’deki NATO üssünde görevli İngiliz teknisyenler kaçırılarak Kızıldere’ye götürüldü. Rehinelere karşılık idamların durdurulması talepleri kabul edilmedi. Kızıldere’de saklandıkları yerin tespit edilmesinin ardından CIA koordinasyonuyla gerçekleşen bir operasyonda, kıstırıldıkları evde bombalanarak öldürüldüler. Kaçırılan NATO elemanları açılan ateş sonucu Mahir Çayan ile birlikte ölmüşlerdir.

Ablası Nuran Alptekin Kepenek’in kaleminden Cihan Alptekin

Rize ili Ardeşen ilçesi Öce (Yeniyol) köyündeniz. Cihan çok çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğudur. Dokuz kardeşiz. Babam Murgul Bakır İşletmeleri’nde işçi olarak çalışıyordu. Annem köy işlerini yürütüyordu. Aslında yürütüyorduk demek daha doğru. Köy işleri ancak elbirliğiyle başarılabilecek işlerdi.

10303803_880564688639861_8245922877948933317_n

Bir torunumuz var. Cihan’ımızın adını taşıyor. Annem ilk kez, “Cihan” adını onunla ağzına aldı.

“Cihan doğduğunda kıtlık vardı.”

Cihan, doğduğunda İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuzlukları yaşanıyordu. Köyümüz o yıllarda açlık sınırında yaşıyordu. Engebeli arazilerde yiyeceğini üretmek köylü için kaçınılmazdı. Ve biz ailecek çok çalışmak zorundaydık. Cihan bu noktada ailenin aslında kardeşlerin içinde aileye en çok katkı yapan kardeşti. Annesinin ve büyük ablamızın yükünü hafifletmek için elinden geleni yapardı. Çok çalışkandı. Aramızda yaş farkı az olduğu için biz çoğu zaman birlikte koşturuyorduk. Bensiz bir yere gitmekten hoşlanmazdı. Ağaçlardan meyve toplarken bile beni götürürdü. Ve küçük kardeşimizle birlikte beni yaka paça ağaca çıkarırlardı. Birlikte meyve toplardık.

“Hal ve gidiş notu fenaydı.”

Okulda çok çalışkandı. Fakat haksızlığa uğradı mı Cihan’ı kimse tutamazdı. Hakkını aramak için bazen saldırganlaşırdı. Bu nedenle hal ve gidiş diye bir not vardı karnemizde; Cihan’ın o notu fenaydı. Babam bu duruma üzülmezdi. Cihan’ın haklı olduğunu bilirdi. Her zaman da haklı olurdu. Onda adalet duygusu ve vicdan çok gelişmişti.

“Annem; Cihan’ı korur ve şımartırdı.”

10303792_880549798641350_2827064342495713756_n

Kaç yılında aileden koptu ve üniversiteye geldi? Hangi dönemde politize olmaya başladı? Liseyi bitirdiğinde İstanbul Hukuk’a girdi. Politize olması ise çocukluk yıllarına dayanır. Babam siyasetle ilgilenmekten hoşlanırdı. Köyümüz geleneksel olarak CHP’ye oy verirdi. Evde sürekli, İnönü, Atatürk ve Cumhuriyet devrimleri tartışılırdı. Köyün öğretmeni mahallemizde otururdu. Akşamları bize gelirdi. Ayrıca köyde köy enstitülerinde okuyan birkaç genç vardı. Onlar yaz tatiline geldiklerinde insanlar toplanır, siyaset yaparlardı. Yakup, o ağabeylerden biriydi. Cihan, onların bu tartışmalarına tanık olurdu çoğunlukla. Siyasi bilinç onda böyle oluştu. Sonra ağabeyim (Ali Rıza) çok iyi bir okurdu. Yakup’tan kitaplar alır, sürekli okurdu. Biz de o evde olmadığında, Cihan’la onun kitaplarını gizlice alır okurduk. Bize vermezdi, kitapların zarar göreceğinden korkardı ağabeyimiz. O da şimdi Ankara’da, edebiyat öğretmeni. O köy işlerine hiç yardım etmezdi, fakat sürekli okurdu. Annem onu korur ve şımartırdı. Biz de onu kıskanırdık. Bu nedenlerle Cihan, İstanbul’a gittiğinde bir şeylerin az da olsa farkındaydı.

Amerikan emperyalizmine karşı mücadele

Onu ziyaret ettiğimde başımızda iki silahlı jandarma vardı. Konuşmalarımız ailemizle ilgili şeyler olmak zorundaydı. Herkesi tek tek sordu. Beni yıllardır ilk kez görüyordu. Birbirimizi çok özlemiştik. Sürekli beni konuşturdu. Bana dokunarak, saçlarımı okşayarak özlem giderdi. Mini bir elbise vardı üzerimde, benimle dalga geçti. Tamamen Amerikalıya benziyorsun dedi. Ona Amerikan sigaraları götürmüştüm. Onları alırken çok mahcup oldu. Almak istemedi. Çünkü hareketlerinin özünü, Amerikan emperyalizmi karşıtlığı oluşturuyordu. O rahatsızlığını duyumsadığımda çok üzüldüm. Ama iş işten geçmişti. Dört yıldır görmüyordum. Fakat sürekli yazışıyorduk. Ona katkı yapmaya çalışıyorduk: Hem maddi hem de düşünsel katkı. Düşünsel katkıyı Yakup yapıyordu elbette. Ona sürekli yasal çizginin dışına çıkmamaları gerektiğini yazıyordu. O da koşulların onu bu çizginin dışına itebileceğini yazıyordu.

“Sus Amerikalı hergele!”

Filistin’e eğitime gittiği yaz, ben kısa bir tatile geldim. İstanbul’da beni karşıladı. Önder altı aylıktı. Bebekle geliyordum. Havaalanında Önder’i kucakladı. Ona “Nasılsın Amerikalı?” dedi. Önder ağlayınca “Sus! Amerikalı hergele!” dedi. Onu sevdi. Onunla oynadı ve beni orada diğer akrabalarımıza bıraktı. Benimle köye gelemeyeceğini söyledi. Nedenini sordum. Anlatamayacağını söyledi. Meğer Filistin’e gidecekmiş. 1968 olarak hatırlıyorum.

970779_880389045324092_6947394465241177906_n

Bana dürüstlüğü sen öğrettin anne

O yazı Filistin’de geçirdiğini, biz yıllar sonra öğrendik. Bizden her şeyi sakladığını sezinliyorduk. Sürekli söylediği bir şey vardı: “Benim ne kadar haklı olduğumu ileride anlayacaksınız.” Anneme dönüp, “Bana dürüstlüğü öğrettin. Ben de sonuna kadar dürüstüm anne. Bana güven,” diyordu. Onu sürekli vazgeçirmeye çalışıyordu. Annem inattır. Göndermemek için elinden geleni yaptı. Fakat Cihan, “Geri dönüşüm yok anne,” diyordu. Tabii İstanbul’a dönmesini istemiyordu. Hatta bir amcamız geldi ve “Jandarmaya haber verelim. Cihan’ı tutuklatalım. Gi-demesin İstanbul’a” diye plan bile yapıldı. Cihan hiç kimsenin beklemediği kadar kısa kaldı ve döndü. Ben öyle bir oyunun içinde asla olmazdım. Fakat akrabalarımız böyle düşünüyorlardı. Bazen bu plan “keşke tutsaydı” dediğim oluyor. Belki yaşıyor olurdu…

“Hadi işinize gidin”

İlk önemli tutuklama Ankara’da Adliye Sarayı’nda gözetim altında olan Deniz (Gezmiş) ve arkadaşlarını çıkartmak için gösteri yaparlarken gerçekleşiyor ama çok kalmadan çıkarılıyorlar. Orada kaldıkları sürece bunlara yiyecek bir şey vermiyorlar. Yıl 1969 sonbaharı. Sonra 1970 Mayıs’ında Sağmalcılar’a giriyorlar. Cihan defalarca tutuklandı. Fakat ilk tutuklanmalar hep kısa süreliydi. Kamuoyu bu gençlere soğuk bakmıyordu. Yaptıklarıyla halkla içiçeliğini arttırıyordu. Evlerde gençlerimizin resimleri, asılıydı. Halkın gündemini onlar oluşturuyordu. Doğal olarak hakimler de, “Sizi yaramazlar; bir daha yapmayın. Hadi işinize gidin,” gibi tatlı azarlarla onları bırakıyorlardı. Ne zaman ki egemen güçler vurucu güçleriyle gençlerin karşısına dikilip onları yok etme operasyonlarına başladı. Gençlerin kamuoyu desteği hızla yok olma sürecine girdi.

“Ağzından kan sızıyordu.”

page

Onlara destek veren askeri güçler, öncelikle çeşitli yollarla yok edildi. Basın, her türlü aracıyla gençleri çirkin nitelendirmelerle aşağılamaya başladı. Çünkü dış güçler içerideki yandaşlarıyla karşı saldırıya geçti. İlk uzun tutuklanışı Sağmalcılar Cezaevi’ne girişi oldu. Oradan da Bursa Cezaevi’ne nakledildiler. Fakat Dev-Genç’in kuruluşu bu uzun tutuklamalardan önceydi. 1971’de Cihan’ın Milliyet Gazetesi’nde ağzından kan sızan resmini görünce ben artık orada duramaz oldum ve hemen ikimiz de döndük. Cihan Tekirdağ’da yakalanmıştı. Ve çok hırpalanmıştı. Geldiğimizde Maltepe Cezaevindeydi 1971 Haziran ayı…

12 Mart 1971 muhtırası sürecinde Cihan; emekli bir komiserden kiraladıkları evde kaçaktı. Çünkü “Balyoz Harekatı” başlatılmıştı ve tüm ilerici kesimler tutuklanmayla karşı karşıyadılar. Ve askerler eve gelirler. Senaryo böyle şekillendirilmiştir. Askerler gelirler ve yemeği çok masum bir etkinlik olarak değerlendirirler ve Cihan’lar kurtulurlar tabii. O anlık tehlikeden kurtulurlar.

Cihan motosiklet kullanmayı öğrenmek ister. Ve Tekirdağ kaçışı; planının ilk adımıdır bu adım. Sonra Tayfun Cinemre ile birlikte bir motosikletle yola çıkarlar. Yalnız yola çıkış bir başka arkadaşının evinden gerçekleşir. Cihan’ın yakalanmasında bir ihbar olabileceği de bazı arkadaşlarınca söylenmektedir. Fakat ne kadar doğru bilinemez. İhbar varsa “Ben ihbar ettim,” demez kimse.

Ben Amerika’daydım. Tekirdağ’da yakalanışından sonra döndüm Türkiye’ye. Fakat Cihan her zaman yaşamımızdaydı. Hapis günlerinde sürekli ailenin her ferdiyle yazışırdı. Cezaevinde yapılacak en iyi iş bu.

Cihan’ım öldürülmüş, ben yıkılmıştım

Ankara’da evimdeydim. Radyonun başındaydık. O zaman radyo haberleri daha sürekliydi. Televizyonda haberler çok seyrek veriliyordu. Ve yaşamımız acı doluydu. Gelen her telefon çalan her zil sanki Cihan’ın ölüm haberini verecekmişçesine bir düşünceye kaptırıyordu beni. Canlı yayın gibi. Bütün aile gözaltındaydık. Haberi radyodan duyduk. Ben yıkılmıştım. Köye gitme planları yapıldı. Samsun’dan ablam ve eniştemi de alacaktık. Bir araba ayarladık. Minibüs gibi bir şeydi. Samsun’a gittiğimde babamın Cihan’ı almak için Niksar’a gittiği haberini aldım. Fakat babam daha önce davranıp Cihan’ı almaya köye gitmişti, biz köye vardığımızda. Köye gittiğimizde köy tıklım tıklımdı. Jandarma köyün ana yolunu kesmişti. İnsanlar dağ yollarından geliyorlardı. O yollardan gelmek çok zordu. Ama çaresizdiler.

10464244_928047513891578_5832348491725589210_n

Keşke bizim de Cihan’ımız olsa

Babaannem kardeşlerim yıkık durumdaydılar. Ağabeyim zor izin alıp geldi. Tüm kardeşlerim perişandı. İş bana düştü. Ayakta durmak zorundaydım. Onlara yardımcı olmak zorundaydım. Ara sıra tarlalara kaçıp ağlıyordum. Onların yanında hiç ağlamadım. İnsan kaynıyordu ortalık… Tanımadığımız o kadar insan geliyordu ki. Bizim köyümüz çok konukseverdir. O gelenlerin hepsine köylüler yemek pişirdi ve neleri var, neleri yok ortaya koydular. O arada radyo onların cenaze namazının kılınmamasını öneriyordu. Onlar öneremezler, tavsiye ediyorlardı. Köyün imamı onları lanetleyerek Cihan için cenaze namazı kıldırdı. Gelen insanlar genelde annemi ve babamı şöyle teselli ediyorlardı: “Eşref, Ayşe, keşke bizim de Cihan gibi bir oğlumuz olsa…” Böyle diyorlardı. Bir de Cihan’ı kaçak gençlerden biri, dağlardan gelerek ziyaret etti ve tabutu başında uzun uzun kaldı. Kimseyle konuşmadı ve döndü. Bizim kültürümüzde öldükten sonra isteyenin Cihan’ı görmesinde bir sakınca yoktur. Tabii kardeşi olarak onu görmek benim en doğal hakkımdı. Cihan tabii delik deşikti. Kurşun izleri ve patlayan bomba parçacıklarının yarattığı çukurlar vardı vücudunda. Cihan’a bakmak isteyenler baktılar. Buna engel olunmaz bizim kültürümüzde. Ben onu o kadar çok öptüm ki…

10473058_919566834739646_9031628502388791866_n

Cihan Alptekin’in şiirlerinden:

Hayat-Geçiyor günler yavaş yavaş-Saniyeler dakikalar-Saatler ve günler-Ve nihayet…

Haftalar aylar seneler-Zaman sanki bir poyraz-Sonra hızlı esen bir lodos-Gibi geçiyor artık-Çağlayarak akan bir dere gibi-Önüne durak gelmezcesine gidiyor-Fakat…-En sonunda önüne durak olan-Bir mezar koyacağız.-Kayıp Dağda kayıp-Şehirde kayıp-Rüyamda kayıp-Ne kayıp bilir misin sevgilim-Hayır…-Gençliğim kayıp-Aşkım-Dur sevgilim-Gelen, geldi gitti-Kimse atmadı beş kuruş dahi-Benim kaybolmaz derdime-Gittim hekime-Dedi yok bu ilaçtan-Dedim birazcık olsun-Ver bana o ilaçtan-Döndü geri-Gözleri dolu dolu oldu-Dedi ne var oğlum-Dedim ilaç, ilaç-Derdime derman olacak ilaç

Dedi ki yok yok.

-Cihan Alptekin/Rize Lisesi-5ed A, No: 698

Cihan Alptekin’in annesi Ayşe Alptekin, 89 yaşında hayatını kaybetti. Rize’nin Ardeşen ilçesine bağlı Yeniyol (Oce) köyünde aile mezarlığına defnedildi. Geçen yıl yıllık izinde ziyaret etmiş kızı Nuran Hanım ve 68 kuşağının annesi Ayşe anne ile sohbet etme şanı yakalamıştım.

10501708_919308478098815_1924521310551609015_n

#DenizGezmiş‘in kendi kelimeleriyle
yakalanış öyküsü
Son düştüğüm pusu…
Tarla vıcık vıcık çamur, her yer çamur. Bir taraftan aralıksız yağmur yağıyor sulu sepken. Parkamın başlığını başıma geçiriyorum. Bir çukurun içindeyim. Çepeçevre sarmışlar, bütün arabaların farları üzerimde. Sağıma soluma yağmur gibi mermi yağıyor, mermiler düştüğü yerden çamurları savuruyor havaya… Yattığım yerden yukarıyı …gözlüyorum çukurun üstünü… Sanki donanama fişekleri atılıyor üstümde, korkunç güzel bir renk cümbüşü… Birazdan bir bomba sallayacaklar üzerime ölüp gideceğim. Çocukluk günlerim geliyor aklıma bahçeli evimiz, bir sevgilinin gülüşü, Filistin’deki çocuklar, ölen arkadaşlarım, en çokta Taylan… İnsanlığın güzel geleceği ve onları göremeyeceğim duygusu… Nasılsa öleceğim diye düşündüm orada. Bir devrimci nasıl ölmesi gerekiyorsa öyle ölmeli…Erdal ÖZ “Gülünün Solduğu Akşam”DENİZ
Tarihte Bugün – 06.04.1972 -Anayasa Mahkemesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararlarını usulden iptal etti. TBMM’nin idamları yeniden görüşeceği açıklandı.

2 ay 23 Günde Biten ve Verilen 18 İdam..Deniz’lerin, anayasayı değiştirmeye teşebbüsten yargılandığı Ağustos 1971’de Meclis, 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükleri kökünden budayan bir değişikliğe imza attı.Biz, Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız…1625673_817601308269533_162824252_nMahkemenin tavrı sertleşti. Gidişhat belli oldu. Sanıkların savunma için istedikleri bir ay, 18 güne indirildi. Tavrını sertleştiren mahkeme heyeti 30 Ağustos’ta terfi ettirildi.Savunmaya başladıkları gün, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, ‘macera heveslisi bu suçluların bir an evvel cezalandırılabilmeleri gayretindeyiz’ diye açıklama yaptı.Mahkemenin, emir komuta zinciri altında çalıştığını kanıtlayan, aklın almayacağı bir açıklamaydı. Ama Deniz ve arkadaşları bu gerçeğin de, işin nereye gittiğini de farkındalardı.

Bütün dava toplam 2 ay 23 günde bitti.

Ve son duruşmada kalemler kırıldı.

’18 idam!’