Harun Karadeniz
Yaşamı boyunca ülkenin sorunlarıyla ilgilenen Harun Karadeniz, 6 Eylül 1942’de Giresun’un Alucra ilçesi Armutlu köyünde doğdu. 1968-1969’da İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (İTÜÖB) Başkanlığı yaptı.
Yüksek İnşaat Mühendisi Harun Karadeniz, 11 Haziran 1971 günü “Gizli TKP davası” ve “Dev-Genç davası” nedeniyle gözaltına alındı, sonra tutuklandı.
uzunca süre cezaevlerinde yattı. Yargılandığı bütün davalardan beraat etti. Kanser hastasıydı. Tedavisi geciktirildi ve 15 Ağustos 1975’de vefat ettiğinde 33 yaşındaydı.
11 Haziran 1971’de gözaltına alınıp götürüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğünün üst katında “tabutluk” denen odanın yanındaki hücrede bir polisle yaşadığı olayı devrimci öğrenci lideri Harun Karadeniz özetle şöyle anlatıyor:
“Kaldığımız oda iki buçuk metreye altı metre kadar var yok. Gece gündüz aynı odanın içindeyiz. Bazı geceler yirmi yedi yirmi sekiz kişi oluyoruz bu kadarcık yerde. Uzanacak bir yer değil, oturacak yer bulunamıyor… İşkenceye gidecek adam deposu gibi bizim bölüm. Fakat insanın üstün yaratık olduğuna bir kere daha inanıyorum her geçen gün. İnsan kolay tükenmiyor. Şartlar ne olursa olsun insan gülüyor ara sıra. Bir gün, bir görevli odamızın kapısında belirdi. Şöyle durup etrafı süzdü. Odanın içinde çepeçevre oturmuş ve duvara yaslanmışız. Kapının eşiğinde ayakta duran görevli sırayla soru sormaya başladı:
“Sen hangi okuldasın?”
“Hukuk Fakültesi”
“Suçun ne senin?”
“Suçum filan yok.”
“Vardır vardır… De bakalım hele suçun ne?”
“Bilmiyorum”
“Bilirsin bilirsin.”
Kısa bir sessizlik. Soruya cevap verilmedi.
“Söyle bakalım, sen hangi okuldansın?”
“Teknik Üniversite.”
“Senin suçun ne?”
“Bilmiyorum.”
“Bilirsin, bilirsin.” Başka birine dönerek:
“Sen hangi okuldasın? Sende mi suçunu bilmiyorsun?”
“Çapa Öğretmen Okulundanım. Suçum filan yok.”
BENİM OKUMA YAZMAM YOK
Kapıda duran görevli, herkese önce hangi okuldan olduğunu sonra da suçunun ne olduğunu soruyordu. Bugün gibi hatırlıyorum. Yedinci kişiye aynı soruyu sordu:
“Sen hangi okuldasın?” Tanımadığımız bu genç cevap verdi:
“Ben okuldan değilim?”
“Okulu mu bıraktın? Yoksa seni okuldan attılar mı?”
Yirmi beş yaşlarındaki esmer delikanlı ezile büzüle cevap verdi:
“Benim okumam yazmam yok.”
“Okuman yazman yok da burada ne işin var?”
Görevli bu sözleri biraz da kızgın bir ses tomuyla söylemişti.
Odada ağır bir sesizlik oldu. Görevli kırdığı potu kavrar gibi oldu, başka soru falan aradı bulamadı ve dönüp gitti.
“Okuman yazman yok da burada ne işin var?” sorusunu öyle bir ses tonuyla sormuştu ki, sanki cümlenin sonu şöyleydi: “…Okuman yazman yoksa sen yanlış gelmişsin. Biz, okur yazarları topluyoruz.”
(1969 Harun Karadeniz-Taksim)
Görevli kapıdan kaybolur kaybolmaz odayı bir gülmedir aldı. Ne zaman bu olayı hatırlasam: “12 mart dönemini en iyi anlatan olay” derim içimden.
Gecenin ilerlemiş bir saati. Odamızın içinde ayak basacak yer kalmadığı için, birazımızın odanın önündeki koridorda kalıyoruz. Koridorun çıkış bölümü nöbetçi dolu. Nöbetçiler akşam sekizde alıyorlar nöbeti, sabah sekize kadar. Sabah sekizde alanlar ise, akşam sekize kadar nöbet tutuyorlar. Onlarınki de sıkıcı bir iş olmalı ki ara sıra gözaltındakilerle konuşmak ihtiyacını duyuyorlar. Yine böyle bir konuşma var.
Ara sıra kesilen, ara sıra devam eden bir konuşma. Derken memurlardan beni tanıyan biri, bana dönerek:
“Sen mühendis adamsın, ne karışırsın bunlara da gelirsin buralara?” dedi. Ben, biraz durdum ne demeli diye düşündüm, o üsteledi:
“Doğru dürüst çalışsan olmaz mı?”. Ben, fazla düşünmeden:
“Olmaz”, dedim.
“Olmaz ha”. Yanındakilere dönerek: “Görüyor musunuz olmazmış. Olmazsa gelirsin işte buraya.”
KAÇ ÇEŞİT HİLE ÖĞRENDİK
Ben, çaresiz konuştum:
“Demem o ki, namuslu mühendislik yapmaya imkan yok.”
“Neden yokmuş? Sizin niyetiniz bozuk.”
“Bak anlatayım” dedim. Dedim ama, ne anlatacağımı hemen kestiremedim. Sonra başımdan geçen, daha doğrusu tanığı olduğum bir olayı anlatmaya başladım.
“Bir gün stajyer olarak çalıştığım bir su getirme inşaatında neler öğrendim biliyor musun? Bir şehre su getirmek için açılan bir hendekte kaç türlü hile yapılabilir? Hani su borularının döşeneceği hendek. İnşaatı yapan müteahhit, kazdığı toprağın parasını alır. Bu para, toprağın miktarına ve cinsine göre azalır çoğalır. Mesela hendek yumuşak toprakta açılmışsa parası başkadır, kayalık bir araziye açılmışsa başkadır. Hele küskülük topraksa para epey dolgundur. İşin kuralı bu. Fakat gel gör ki, hendeği esas derinliğinden az kazarlar, tam kazdık diye para alırlar. Hendeği dar açarlar, geniş açmış gibi para alırlar. Biraz kayalı ya da sertçe toprağı kazarlar, küskülük toprak parası alırlar. Yumuşak toprağı makinayla kenara atıp, küskülük topraktı diye devletten alınan gereken paranın on mislini alanları bilirim. Böyle işlere göz yummayan mühendisi sürerler. Yerine gelen daha fazlasını öder müteahhide. Bir hendek kazmada bu kadar hile oluyor, ötesini sen düşün.
Şimdi diyelim ki, ben namuslu iş yapacağım, iş almak için ihaleye girmem gerek. İhalede fiyatı fazla kırsam, zarar ederim. Az kırsam, iş bana kalmaz. Biliyorum ki diğerleri hile yapıyor, ona göre fiyat kırıyor. Ben, onlardan fazla kırarsam ya ben hile yapacağım, yahut birinci işte iflas edip batacağım.
Sözün kısası namuslu iş yapabilmek o kadar kolay değil. Bugünkü iş adamlarımızın çoğu böyle yükünü tutmuştur. Kimi toprak hafriyatından vurdu parayı, kimi demir ve çimentodan.”
Ben, sözümü burada bitirdim. Öyle dalmışız ki konuya, ben nerede olduğumu unutmuştum. Görevliler bizim başımızda nöbetçi olduklarını unutmuşlar. Sanki bir kahvede dertleşen vatandaşlar oluvermişiz. Gecenin dördü mü nedir? Fakat biz dalmışız memleket konularına, zaman filan umurumuzda değil.
Benim sözüm: “Kimi toprak hafriyatından vurdu parayı, kimi demir ve çimentodan”, diye bitince, karşımdaki:
“Öyleyse önce o herifleri temizlemek lazım” demesin mi? Ben de odadakileri göstererek:
“İşte bu arkadaşların hepsi böyle bir şeyler yapıyorlardı” deyiverdim. Hemen uyanıverdik, biz de, sohbet eden polis de. Yerimiz konumumuz başkaydı. Kısa bir sessizlik oldu. Peşinden diğer bir nöbetçi sert bir sesle:
“Yeter artık kesin bu konuşmayı”, dedi. İsteksiz başladığım konuşma orada bitti. “
Haziran 2013’de 79 il ve ilçelerinde başlayan sömürü düzenini değiştirme direnişi devam etmektedir.
“YOL İÇİN CAMİ BİLE YIKARIZ”
ODTÜ öğrencileri haklarına, geleceklerine, ülkelerine sahip çıkmak için eylem yaparken birisi çıktı, “Yol için cami bile yıkarız” dedi.
Hendek, yol yapımında dönen yolsuzlukların neler olduğunu devrimci gençlik lideri Harun Karadeniz, 1971 Haziran ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında iken polislere anlatıyor.
Harun Karadeniz’i dinleyen polislerden biri, “Öyleyse önce o herifleri temizlemek lazım” diye yanıt veriyor.
Seçimler yaklaşıyor. Yolsuzluk, yağma, soygun, haksızlık, hukuksuzluk, zülüm yapanları deliğe süpürüp ülkeyi temizliğe kavuşturmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor.
(Not: alıntılar: Harun Karadeniz, Yaşamımdan Acı Dilimler, May Yayınları, İstanbul, Aralık 1975, sayfa: 21’den 27’e kadar.)
turan feyizoğlu