Olağanlaşmış Cinayetler, Katiller ve Suç Ortakları
Müthiş bir beyin yıkama, bilgi kirliliği, yanıltma, boşa düşürme ve algı yönetimi süreci bu.Temel özelliği insanlık suçu sayılabilecek her girişimi, her gelişmeyi olağanlaştırarak, sıradanlaştırarak, tepkilere karşı sorumluktan sıyrılma hatta üstüne üstlük haklılık kazanma üzerine kurulmuş bir işleyişten söz ediyoruz.
Soma katliamı algı yönetiminin adeta taçlandırılmış en somut örneği.
301 madencimizi diri diri toprağın altına gömdüler diyeceğim ama adım gibi biliyorum verilen bu sayıda yalan. Daha ilk günden başlayarak aşağıda kaç işçinin ölüme mahkûm edildiğini söylemekten ısrarla kaçınan Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın dudaklarını büzerek, yüzüne hüzünlü, kaygılı bir ifade kondurarak anlattığı masalın temel özelliği, belirsizlikti. Yerin kilometrelerce altında işlenen cinayetin çapı öylesine büyüktü ki, ölenlerin sayısını doğru biçimde yansıtmak en az o cinayet kadar yıkıcıydı. O nedenle Yıldız, katliamın boyutlarını örtbas etmek istercesine faciadan bir gün sonra, ocaktan daha cesetler çıkarılırken ”Bu Cuma hutbesinde Soma’da yaşadığımız acı anlatılacak.” deyiverdi. O nedenle yıldırım hızıyla kazıldı mezarlar. O nedenle toplu cenaze töreni düzenlenmeden aynı hızla gömüldüler katliamda yitirdiklerimizi. Bir de ellerine bulaşan kanı, cinayetten arta kalan izleri ”sıfırlama” düşüncesiyle, önce ocağın giriş noktalarını tuğlayla örüp ardından şehit mertebesine yükseltiverdiler ölen madencilerimizi.
Eh sen sağ, ben selâmet.
İşte Erdoğan’ın Türkiye tarihinin en acılı günlerinden birisini yaşarken, dünya ayağa kalkmışken Soma’da söyledikleri, yukarıda tanımladığımız olağanlaştırma, sıradanlaştırma oyunun en utanç veren aşamalarından birisiydi. Enerji Bakanı’nın sorumluluğunun bilincindeki devlet adamı havasıyla arka planını özenle, soğukkanlıkla beslediği bu oyunda, Başbakan’ın ‘‘Literatürde iş kazası denilen bir şey var. Bakın geçmişe, 1800’lerde İngiltere’de, 1900’lerde Fransa’da maden ocaklarında yüzlerce insan ölmüş.’‘ sözleri üzerinden yıllar geçse bile asla unutulmaması gereken açıklamalardır.
Olağanlaştır, bas üstüne geç.
Sıradanlaştır kaybolsun, ezilsin gitsin.
Şehitlik mertebesine yükseltilenlerin yakınları isyan etmesinler diye Soma’ya, çığlıklarla inleyen madenci mezarlığına cüppeli, sarıklı adamlar gönder ki, onlar ellerini göbeklerinde birleştirmiş ”Kaderden kaçılmaz kardeşim. Taktir ilahi böyleymiş.” diyerek vaaz verirlerken acımasızlık, soysuzluk ayyuka çıksın.
Tabi böyle bir yöntemin etkilerine karşı sürekli uyanık kalmak, sürekli savunma geliştirmek çok güç ve yorucu.
Zaten katliamın olası sonuçlarına baktığımızda giderek sönen, zayıflamaya başlayan tepkiler de olağanlaştırma sürecinin nasıl ustaca yürütüldüğünün somut kanıtı.
Bu operasyonunun hedefindeki isimlerden birisi CHP lideri Kılıçdaroğlu’ydu. Faciayla ilgili şimdiye kadar ne söyledi diye bakıyorum; olayın toplumu derinden sarsan büyüklüğüne yakışır, dişe dokunur hiçbir şey yok. CHP’nin geçen haftaki grup toplantısı ölen 301 işçinin adı tek tek okunarak başladı ve bitti. Ardından TOBB genel kurulunda, Erdoğan’ın hakaret içeren sözlerinden sonra yaptığı konuşmada Kılıçdaroğlu ”Soma’da yaşanan facia konusunda bakanlardan hiç istifa etmeyi düşünen oldu mu?” diye sordu. Başka? Başka da yok. Şimdi ana muhalefet partisinin lideri böyle bir sarsıntının ne anlama geldiğini açık ve doyurucu bir yaklaşımla ortaya koymuyorsa, koyamıyorsa, yaralı yüreklere seslenemiyorsa karşımızda gerçekten anlaşılması, çözülmesi gereken vahim bir durum var demektir. O halde bu durumun, yani insanlık suçu tanımına giren Soma katliamında olağanlaştırma, algı yönetimi operasyonunun diğer aşamalarına yakından bakalım.
Geçen Cuma akşamı CNN Türk’de, AKP’nin medyadaki koçbaşı Akif Beki’nin yönettiği programın konukları Türk İş Başkanı Ergün Atalay ve bu konfederasyona bağlı Genel Maden İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alabaş’tı. Akif Beki CNN’de Erdoğan kontenjanından işe girip Medya Mahallesi Programı’nda Ayşenur Aslan’ın karşısına oturtulduktan sonra, onu kuvvetli bir boynuz darbesiyle iteleyerek televizyondan uzaklaştırmıştı. Şimdi tek başına program, pardon aklama yapıyor.
Soma’daki insanlık dramında katliamı olağanlaştırma operasyonunun ikinci aşaması ”Suçlu kim?’‘ sorusuna iktidar dışından seçenekler üretmek üzerine kuruldu ve hemen bulundu da. Türk İş ve o madende yetkili olan sendika suçlular listesinin başında yer alıyordu. Yani madalyonun öteki yüzüne bakılmadığı sürece bence de doğru seçeneklerden birisi bu. 2002’den bu yana Türkiye hallaç pamuğu gibi atılırken, ekonomi şaha kalkıyor masalları arasında işsizlik yüzde 20’lere dayanırken, açlık ve yoksulluk sıradanlaşırken, gelir grupları arasındaki makas ağzına kadar açılırken, sendikalaşmanın önüne engeller koyulup taşeronlaşma süreci azdırılırken, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin ırzına geçilirken hiç Türk İş’ten bir tepki, açıklama geldiğini duydunuz mu? Zaten o Türk İş, sendika tarihimizin en görkemli eylemlerinden birisi olan Tekel Direnişi sırasında kendi işçisini arkadan vurmamış mıydı? Şimdinin genel başkanı, o dönemin mali sekreteri Ergün Atalay, Başbakan’a Dolmabahçe buluşmasında direnişin nasıl kırılacağı konusunda yol yordam göstermemiş miydi? Sonra yine Başbakan tarafından parlak önerileri deşifre edilince ”Sözü edilen kişi benim.” diye açıklamak zorunda kalmamış mıydı?
Doğru, 2002-2012 tarihleri arasında iş kazalarında 14.000 işçinin yaşamı sönerken sesini çıkarmadığı, taşeronlaşmaya göz yumduğu, ”Dayıbaşı” diye adlandırılan insan ve emek tüccarı çetelerin madende kurdukları köle düzenine boyun eğdiği için hiç kuşkusuz katliamın baş sorumlularından birisidir Türk İş. Özellikle Başbakan’ın Soma’ya gittiği gün, kırmızı kazağıyla ancak onun arkasında, korumaların arasına sığınarak ortaya çıkabilen Ergün Atalay’ın zavallı hali uzun süre akıllardan silinmeyecek.
Peki madalyonun öteki yüzü?
2002’den bu yana demokrasinin temel taşlarından birisini oluşturan sivil toplum örgütlerini iğdiş eden, onların kollarını kanatlarını kırarak konuşamaz hale dönüştüren, tepelerine vura vura korkutan kim? Daha geçen 1 Mayıs’ta İstanbul’da Taksim’e, Ankara’da Kızılay’a çıkmak isteyen sendikaları ve diğer kitle örgütlerini polis gücüyle dağıtan, saldıran, vuran kim? AKP’nin medyadaki koçbaşı Akif Beki’nin o programda Türk İş’ten hesap sorarken iktidarı bütün sorumlulukların dışında gösterme çabası tek kelimeyle iğrençti. Yalnızca Başbakan’ın eski basın danışmanı Beki miydi ortadaki suçu temize çekmeye çalışan? Ruhunu, aklını, vicdanını cüzdanına gizlemiş kalemlerden birisi olan Oral Çalışlar 24 Mayıs tarihli yazısında şöyle diyor:
”Gezi dahil, birçok olayda gerçekten de Tayyip Erdoğan’ın bizzat kişiliğini ve yöneticiliğini hedef alan örgütlü bir faaliyet var. 17 Aralık operasyonunun onu siyaseten bitirmeye yönelik bir girişim olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Soma’da toplumsal acıyı siyaseten sömürmek isteyenler çıktı.”
Oral Çalışlar’ın Nisan 2014’te AKP’ye yakınlığı ile bilinen Seta Vakfı’nın Washington’da 4. kez düzenlediği konferansta söyledikleri daha da ilginç:
” Türkiye’de demokratikleşme adına bir kavga yaşanıyor. Ankara’da sürekli seçim kazanan bir iktidar olmasına rağmen, dışarıda ve içeride bazı güçler tarafından hızla otoriterliğe kayıldığı yönünde yaratılan izlenim haksızlıktır. Bana göre ülkemiz askeri darbelerden sıyrıldıktan sonra yüksek standartlara sahip bir demokrasiye doğru ilerliyor.”
Şimdi Soma’da işlenen cinayetlerin sorumluları arasında Akif Beki ve Oral Çalışlar gibi isimlerin olmadığını söylemek doğru bir yaklaşım mıdır? Onların iktidarın bütün anti demokratik uygulamalarına destek çıkarak, aklayarak bugün içine sürüklendiğimiz koşulların yaratılmasındaki katkılarını görmezden gelirsek, bunca haksızlığın, ahlaksızlığın, hırsızlığın nasıl olup da böylesine sıradanlaştığını anlayamayız.
Yani Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’ın faciadan önce yaptığı bir açıklamada ”Madende içine sığınanları 20 gün boyunca koruyacak yaşam odalarımız var.” sözleri yalanın temize çekildiği, olağanlaştığı bir işleyişin yansıması değil mi? Kurtarma çalışmaları sırasında yaşam odalarında çok sayıda ceset bulundu. Madenciler kurtuluruz umuduyla kaçtıkları Alp Gürkan’ın cinayet odalarında havasızlıktan çırpınarak öldüler.
O halde soralım:
Üst üste yığılıp kalmış ceset dağlarını kimler yarattı? Soma’daki cinayetin baş sorumlularından birisi olan holdingin sahibini halâ ısrarla koruyup kollayan hukuk anlayışı gökten zembille mi indi? Madende yitirdiğimiz işçilerin tamamına yakınının gırtlaklarına kadar kredi kartı borçlusu olmaları ne anlama geliyor? Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in göğsünü gererek, sanki üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmişçesine ‘‘Soma’da bugüne kadar 16 teftiş gerçekleştirildi. Zaten insanlıktan nasibini almışsa böyle riskli ortamlarda hiçbir müfettiş incelemesini üstün körü yapmaz.” açıklamasının daha dumanı üstünde tüterken, orayı en son denetlemeye giden ve ” Programlı teftişte noksan bulunamamıştır.” raporu veren İş Başmüfettişi Emin Gümüş’ün söz konusu maden şirketinde Projelendirme ve Etüt Müdürü olarak çalışan Hayri Kebapçılar’ın eniştesi olması tuhaf değil mi?
Şimdi çevremizde dolanan, her gün ekranlarda boy gösteren, gazetelerde yazan, televizyonlarda inciler dizen bu katillere dikkatle bakalım.
Onlar olağanlaşmış, sıradan hale gelmiş cinayetlerine herkesi ortak ederek suçu paylaştırmak istiyorlar.
İşte Türkiye bu açıdan tam bir yol ayrımında.
Ya onlar gibi ruhumuzu, aklımızı ve vicdanımızı cüzdanımıza sıkıştırıp susacağız ya da kentlerin meydanlarında, sokaklarında, mahkeme kapılarında gırtlağımızı patlatırcasına bağıracağız:
Katil var!
ferhat şaylıman