Her Gördüğün Direnişi Devrim Sanma..

Gezi’den sonra hepimizin algısı bir ölçüde değişti. Ama bazılarımızınki çok fazla değişti. Hangi kavramın neye tekabül ettiğini çok da kestirmemizin mümkün olmadığı, bir o kadar da yeni kavramlara ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde algının değişmesi, yorumun saçmalaşmasına sebep oluyor.

Hepimiz Gezi’de özgürlüğün ne olduğunu gördük. Oradaki özgürlük hissiyatı ve yeni siyasal çıkarımın izlekleri Gezi Parkı’ndaki komünle somutlaştı. Bu süreçte çok sayıda sokak çatışması yaşandı. Dolayısıyla genel algı özgürlüğün bir tür çatışma yoluyla elde edilebileceği şeklinde oldu.

Bu öncesiz-sonrasız, çok havada duran, ancak bir o kadar da mantıklı görünen algının yarattığı çok temel bir sorun var. Ukrayna’daki ve Venezuela’daki eylemlere bakalım. Ukrayna’da AB yanlısı sağ kanat eylemler vardı. Halk düzene karşı memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Sokaklarda sağcı gruplar barikat kurup çatışıyordu. Venezuela’da da sosyalist Maudro yönetimine karşı eylemler yapıldı. Chavez sonrasında ortaya çıkan sorunlardan kurtulmak için biraz örtülü, biraz açıktan ABD’yi çözüm olarak gösterdiler. Dolayısıyla bazı soruları sormak gerek: Barikat kurmak ve çatışmak her zaman doğru ve haklı bir siyasal talebi beraberinde mi getirir? Barikat kurunca her şey mubah mıdır?18

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mevcut toplumsal koşulları yalnızca Lenin’in “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir durum olarak tarif ettiği bir olgu görürsek, yukarıdaki açıklamaları çöpe atmak gerekir. Şimdi nereden baksanız yönetenler eskisi gibi yönetemiyordur, yönetilenler de zaten eskisi gibi yönetilmek istemiyordur. Daimi bir devrimci durumla mı karşı karşıyayız? Elbette hayır. Dolayısıyla siyaseti bu kadar basit görmek ve okumanın nereye düştüğünü sorgulamak gerekir: siyasal basiretsizlik, romantizm ve kısmi cehalet mi? Somut koşulların somut tahliline bakmak gerekiyor.

Geldiğimiz noktada Walter Benjamin’in “Her faşizm, başarısız bir devrimin işaretidir” sözünü hatırlamak gerekir. Bugün Ukrayna’da halk ayaklanması sağcıların sürüklediği bir şeyse bu aslında solcuların başarısızlığıdır. Aynı şey Venezuela için de geçerli. Toplumsal hoşnutsuzluk karşımızda duruyor. Bu bizim için son derece umut verici olabilir. Ancak solun güçsüz/başarısız olması bunu doğrudan başarısız bir devrime sürükleyebilir.

Bizim de kendi siyasal konumumuzu eleştirmemiz gerekiyor. Örneğin, internet eylemlerinde çatışmalar çıktı. Ancak bir talep dile getirildi mi? Ya da siyaseten bir söz söylendi mi? Sadece iki üç saat süren ara sokak çatışmaları yaşandı ve eylemler kendiliğinden sona erdi.

“Post-Gezi sendromu” diye adlandırabileceğimiz bir şeyle karşı karşıyayız. Şunu kabul edelim: gece yarısı eylemden eve döndüğümüzde hepimiz videolardan, fotoğraflardan eylemin görselliğine bakıyoruz. Eylemlerin ortaya yaratıcılık ve biçim koyduğu aşikâr. Fakat biçimin yanında içeriği de düşünmek gerekiyor. Siyasal baskı, kazanım vs. olmaksızın salt eylemlilik stres atmak, küfür etmek türünden bir fetişizme dönüşüyor. Sonrasında Ukrayna’yı, Venezuela’yı ya da başka bir yeri okumaya kalkınca çok ters bir yerden okunmaya başlanıyor.

Bu sendromdan kurtulup, mevcut durumu anlamak suretiyle siyasal alanın nasıl dönüştürülebileceğini, mevcut siyaset biçiminin ötesine nasıl geçilebileceğini düşünmek ve tartışmak lazım.

– Can Semercioğlu