Büyük Satranç Oyunu ve Savaş Vurguncuları

Prof. Peter Dale Scott / .. Dünya tarihi açısında hangisi daha önemlidir? Sovyet İmparatorluğunun çöküşümü? Yoksa Taliban mı? Bazıları Müslümanları tahrik ediyorlar, Orta Avrupa’nın rahat bırakılması ve Soğuk Savaşın sonlandırılması propagandasını yapıyorlar…

Büyük Satranç Efsanesi; Jeopolitik Bilimi ve Emperyal Büyüklük Yanılgısı

Açık toplumlar diyalektiğinin bir özeti olarak Eylül 2011’de Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) meydana gelen olaya giden yolda; (olayın görünürlerdeki aktörleri) daha gelişmiş toplumlara ve aslında kendileri için bilinmezlerle dolu şirket ve kurumlara yönelirlerken, Amerikan halk iradesinin aksi yönde, toplumsal kırımla sonuçlanan savaşın çıkarılması marifetiyle, ABD’de yönetim zafiyeti yaratılması hedeflenmişti. İspanya, Hollanda ve Büyük Britanya’da yönetimlerin düşüşüne yol açan ve Avrupa’da sosyal dönüşümlerin yaşanmasına neden olan Rönesans döneminde bu yana, geçmekte olduğumuz bu sürecin son sahnelerinde Amerika’nın olduğunu gören yalnızca ben değilim.14708137_10154546912558911_5691375909931619875_n

Yazdıklarımın büyük bir kısmı aynı zamanda, benden daha önce görüşlerini dile getiren, Paul Kennedy ve Kevin Phillips gibi yazarların da düşüncelerini yansıtır. Ancak, olayların gelişim seyrinde görülen, şimdiye kadar önemini pek vurgulamadığım bir konu var: Hâkimiyet/tahakküm duygusu, nasıl oluyor da, toplumları kontrol etmenin dayanılmaz boyutlarda megalomanik yanılsamaları yaratıyor. Ve bu aynı duygu, yeri geldiğinde, nasıl oluyor da, egemenlik/üstünlük ideolojisinde yaygın halde kristalize oluyor. Üstünlük ideolojisinin aslında yanıltıcı yanı ve belki de çılgınlık hali olduğunu şimdiye kadar çok az kişinin toplumu dikkate alan bir bakış açısıyla dile getirdiğine şaşırdım. Bu yazımda, kamu kesimi dikkate alınarak, çılgınlık hali olarak görülen hangi toplumsal gelişmenin dominant özel girişimcilik şiddetinden ve istihbarat alma/bilgi edinme faaliyetinden faydalananların dar perspektifine göre kendileri için daha akla uygun olduğunu düşündükleri konuları tartışmaya açacağım.

Egemenlik/üstünlük ideolojisi Sir Halford Mackinder tarafından 1919’da İngiliz yöneticiler için ifade edilmişti: “Doğu Avrupa’yı yönetenler merkezi Avrupa bölgelerine hükmediyordu. Merkezi Avrupa’da egemenliği elinde bulunduranlar Ada Dünyasına hükmediyor ve Ada Dünyasını yönetenler bütün Dünya’ya hâkim oluyordu.” Bu cümle, Britanya gücünün düşüşe geçmesinden sonra ifade edilmesine rağmen, aslında 1809’da, 12 bin askerden oluşan koca bir İngiliz ordusunu Afganistan çöllerinde kurban veren, kendilerini “Büyük Oyun” oynadıklarını sanan emperyal planlamacıların kaygılarını dile getiriyordu.

Karl Haushofer ve diğer Alman yazarlar eliyle “Jeopolitik Bilimi” alanına dönüştürülen bu doktrin, Hitler’in felaket getiren, Üçüncü Nazi Devleti için beslenen milyonlarca umutların suya düşmesiyle sonuçlanan Doğuya Akın (Drang nach Osten) politikasına da ilham kaynağıydı. Günümüz koşullarında Napoleon ve Hitler’in icraatlarından çıkarılan derslerden, “Dünya Adasına” hükmeden tek bir (süper) gücün Dünya’yı çaresiz bırakacağı ve bu aynı tek gücün dünyaya hükmederken aynı zamanda muhtemel bütün yanılsamaları bertaraf edebileceği konusunun da düşünüldüğü anlaşılıyor. Henry Kissinger, “jeopolitik denince, denge sağlamaya özen gösteren bir yaklaşımı kastediyorum” ibaresini kullanırken bu dersi çıkarmış gibi görünüyor. Ancak, 1970’lerin ortasında meydan gelen, küresel hâkimiyet düşünce sisteminin zaferine yol açan olaylar sonucunda, genel anlamda dünya düzeninde denge sağlama taahhüdünün dile getirilmesinden dolayı Zbigniew Brzezinski gibi düşünürler bir kenara bırakıldı.1405494051a

Brzezinski, 1978-79 yıllarında Afganistan’da sahnelen siyasi entrikalar sonucunda El-Kaide örgütü ve cihatçı terörizmin nasıl meydana geldiğini kabul etmişti. 1998’de Afganistan da uygulanan maceraperest politikadan dolayı üzüntü duyup, duymadığı şeklindeki bir soruya Brzesinski’nin cevabı şöyle olmuştu: “Neden dolayı üzülmek? Gizli operasyonlar mükemmel bir fikirdi, Rusya’nın Afganistan tuzağına düşürülmesine yol açtı. Şimdi bana üzüntü duyup, duymadığımı soruyorsunuz? Sovyetlerin resmen sınırı ihlal ettiği gün, ABD Başkanı Carter’e kısaca şunu yazdım: “Şimdi artık Sovyetler Birliği’ne Vietnam Savaşı cevabını verebiliriz.” Nouvel Observateur dergisinin sorusu “Gelecekte teröristlere silah sağlayacak ve yol gösterebilecek İslami radikalizme destek verilmesinden üzüntü duymuyor musunuz? sorusu karşısında Brzezinski: “Dünya tarihi açısında hangisi daha önemlidir? Sovyet İmparatorluğunun çöküşümü? Yoksa Taliban mı? Bazıları Müslümanları tahrik ediyorlar, Orta Avrupa’nın rahat bırakılması ve Soğuk Savaşın sonlandırılması propagandasını yapıyorlar” şeklinde cevap vermişti. İslamcı radikalizm dünyaya tehdit oluşturmuyor mu? sorusu sorulduğu zaman Brzezinski’nin cevabı: “Saçmalık!” olmuştu. Brzezinski, bir şekilde Afganistan sonrası dönemde ABD’nin gücü konusundaki beklentilerinde daha ılımlı hale geldi: Özellikle Körfez Savaşı ve aynı zamanda Başkan Yardımcılığı koltuğundayken İran’a karşı bazı önleyici tedbirlerin alınması gerektiği yöndeki Dick Cheney’nin heyecanlı konuşmaları karşısında uyarıda bulunuyordu. Ancak,1977’de piyasaya çıkan, Avrasya merkezinin “kontrol edilmesi” illüzyonunun yeniden mercek altına alındığı kitabıyla (Büyük Satranç Tahtası) kazandığı öne hiçbir zaman kavuşmadı:

“Avrasyalı olmayan bir güç Sovyetler Birliği, Avrasya coğrafyası güç ilişkilerinde ilk defa kilit noktada önemli bir hakem olarak ortaya çıkmadı, aynı zamanda dünyanın devasa bir gücü olarak sahneye çıktı. Sovyetler Birliğinin yenilgisi ve çöküşü Batı Yarımküresi gücünde hızla inişe geçen final sahnesinin son perdesi oldu ve ABD dünyanın tek ve ilk gerçek gücü olarak yaşamaya devam ediyor. Amerika için esas jeopolitik ödül Avrasya’dır. Oysa Avrasyalı olmayan bir güç Avrasya coğrafyasında üstün konumdadır. Amerika’nın Avrasya kıtasındaki üstünlüğü ne kadar süre ve ne kadar etkili olarak sürebilmesine bağlıdır. Eski imparatorlukların katı politik uygulamalarının olduğu dönemin terminoljisi ile anlatacak olursak, emperyal jeo-stratejinin üç temel uygulaması vardır; a) rakip taraflar arasında gizli anlaşmaların yapılmasını önlemek, b) vassallar arasında bağımsız güvenlik politikalarına devam etmek, c) vergi/haraç verenleri bağımlı kılmak, korumalarını sağlamak ve barbarların güç birliği yapmalarının önüne geçmek.”

11951400_1175354589160868_4084473709225065464_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu tarz küstah açıklamalar Zbigniew Brzezinski’ye özgü değildir. Bu açıklamalar; Paul Wolfowitz ve Lewis Scooter Libby gibi NeoCon’lar tarafından hazırlanıp, 1992’de ABD Savunma Bakanlığında Dick Cheney’e sunulan Savunma Planlaması Kılavuzu (Defence Planning Guidance- DPG) taslağını hatırlatan tek taraflı üstünlük söylemleridir. Bu söylemi şu ifadede görebiliyoruz: Hem bölgesel ve hem de küresel daha büyük güç oluşturma peşinde koşan potansiyel rakipleri caydırıcı bazı mekanizmaları korumamız gerekiyor.” Bu konu hem 2000 PNAC Study; Amerikan Savunmasını yeniden inşa etme raporunda ve hem de Bush-Cheney 2002 (NSS 2002) Ulusal Güvenlik Stratejisi raporunda da yansıtılmıştı. Bu söylem tarzı aynı zamanda megalomanik JCS stratejik belgesi Joint Vision 2020’de de özet olarak yer almıştı; “Total hâkimiyet, ABD güçlerinin tek başına veya müttefik güçler ile birlikte, herhangi bir düşmanı yenilgiye uğratması ve askeri operasyonlar sırasında karşılaşılabilecek herhangi bir durumun kontrol altına alması anlamına gelir.”

Bu tarz abartılı retorik gerçek durumu yansıtmıyor. Tehlikeli sanrılar olup, belki de çılgınlık halidir. Bu söylem tarzı, Soğuk Savaş dönemi uygulamalarından ekonomik olarak istifade etmiş ve Sovyetler Birliğinin yıkılmasını izleyen ilk yılda ABD savunma ve istihbarat faaliyeti harcamalarında kesintilerin yapılmasıyla karşı karşıya kalmış şirketler açısında faydalı ve hatta hayati derecededir. Bu söylem tarzıyla yola çıkanlara, Washington’da hâkim zihniyetin korunmasında çıkarı olan başka gruplar da katılmışlardır: Özelleştirilen askeri hizmetleri sağlayan yeni şirketlerdir, savunma bütçesinde kesintiler olması nedeniyle, gelirlerinde düşüşler olup, şiddet uygulama yoluna giden girişimcilerdir.

Büyük satranç oyunu: Sürekli şiddetten istifade edenler

Brzezinski’nin yanılgılarla dolu bu kibirli söylemi her şeyden önce kitabına koyduğu başlıkta da ifadesini buluyor. “Vassallar” tek bir gücün eliyle kolayca yerinden oynatılabilecek satranç taşları değildir. Kendilerine ait bir beyni olan insanoğullarıdır. İnsanlara haksız yere aşırı güç kullanılması yalnızca hınç duygusunun ortaya çıkmasına yol açmıyor, aynı zamanda, başarılı direniş hareketlerine de neden oluyor. İran da Amerikan karşıtlığının gelişmesinden Orta Asya’da Hizb-üt Tahrir (HT) faaliyetlerine kadar bu durumu rahatlıkla Asya’da görebiliyoruz: Görünürlerde daha şiddete başvurmamasına rağmen, HT’in söylemi çok daha saldırgan halde Amerikan karşıtıdır.

1979750_849809345048729_718243834_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hâkim devletlerin (ABD, Rusya ve Çin) ve yerel devletlerin benzer ölçülerde zayıf kaldığı Orta Asya’da tek bir satranç oyuncusu kavramı yanlıştır. Bu bölgede British Petroleum (BP) ve ExxonMobil gibi çok uluslu şirketler büyük oyunculardır. Bu şirketler Kazakistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde resmi olarak açıkça ya da örtülü bir şekilde, hem yerel devlet gücünün büyümesine engel oluyorlar ve hem de ABD yönetim gücü varlığını gölgede bırakıyorlar. Yerel devlet güçleri, kontrol sağlamada açıkça yetersiz kalıp, ikili bir durum arz etmeye meyil gösteriyorlar: Şöyle ki; birincisi, Brzezinski’nin alay edercesine tanımladığı “tahrik edilmiş Müslümanlar” yapılanması, ikincisi ise, kaçakçılık faaliyetleri, özellikle uyuşturucu kaçakçılığı.

Ancak, Brzezinski sonuç itibariyle kamuoyuna mal ettiği satranç metaforuyla çelişkiye düşmüyor. Çünkü satranç oyununda amaç rakip tarafı yenmektir. Brzezinski’nin diğer yandan oldukça farklı bir amacı vardır: Özellikle Rusya ve Çin güçlerine karşı kalıcı/sürekli kısıtlamaları uygulamak. Batılı üsler ve petrol, doğalgaz boru hatları halkasıyla Rusya’nın çevrelenmesini savunurken, diğer yandan, İran’a karşı ambargo uygulanması gibi istikrar bozucu hareketlere karşı durmak. Brzezinski 1995’te Azerbaycan’a uçmuş ve Azerbaycan’ı Türkiye’ye bağlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı görüşmelerinin olmasına destek vermişti. Hep savunduğum gibi, Brzezinski, elbette ki strateji geliştirme anlamında kendi cephesinde düşünüyor olsa da, aslında tam da petrol endüstrisi ve destekçilerinin ihtiyaçlarına uygun bir politika önersinde bulunuyor. Petrol endüstrisi aynı zamanda kendisini Amerikan siyaset sahnesine çıkaran patronları Rockefeller’in de aktif olduğu bir endüstri koludur.

Başlıca büyük petrol şirketleri ExxonMobil, Chevron, Conoco ve Shell Mart 2001’de ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin yürütmüş olduğu Enerji Görev Gücü faaliyetlerine el altında destek vermek suretiyle, Ortadoğu’da izlenecek politika da dâhil olmak üzere, ABD yönetiminin gelecekteki enerji stratejisinin belirlenmesinde yer almaları onlar için bir şans oldu. Daha sonra öğrendiğimize göre Enerji Görev Gücü, Irak’ın Güneybatısında dokuz ayrı “işletme blok’u” oluşturup, Irak petrol alanları haritasını çıkarmıştır. Bu işlerin olmasından yaklaşık olarak bir ay önce Bush döneminin toplanan Ulusal Güvenlik Konseyinin hazırladığı bir belgede Cheney’nin yürütmekte olduğu Enerji Görev Gücü aslında “mevcut ve yeni açılacak petrol ve doğalgaz işletme alanlarının ele geçirilmesi faaliyeti” ile ilgili olduğu konusunun not edilmiş olduğu görülüyor. Petrol şirketleri daha önce “Irak’a yönelik askeri, enerji, ekonomik, politik/ diplomatik konuların dâhil olduğu acil politika değerlendirmesinin” yapıldığı hükümet dışı başka bir görev gücü toplantısına katılmışlardır.

Şüphesiz ki Irak’a askeri operasyon yapılmasını teşvik eden yalnızca petrol şirketleri değildi. Eylül 2011’den sonra dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve Bakanlık Müsteşarı Douglas Feith, Pentagon merkezli, NeoCon’lara bağlı faaliyet gösteren, kısa sürede CIA’ya ve Irak’ın elindeki muhtemel kitle imha silahları ve Irak yönetiminin El-Kaide ile bağları konusunda Başkan Bush’un esas istihbarat kurumu sıfatıyla Pentagon’a bağlı olarak çalışan Savunma İstihbarat Ajansı (Defense Intelligence Agency –DIA) ile rekabet edebilecek yapıda Özel Planlar Ofisini (Office of Special Plans –OSP) kurdular. Dick Cheney’nin bulunduğu Başkan Yardımcılığı makamı nezdinde Lewis Libby’nin desteklediği NeoCon’ların etkisi CIA ve DIA faaliyetlerini de gölgede bıraktı: Ve her iki kurum böylece Saddam Hüseyin hakkında yanlış istihbarat verdi. Bir eleştiri analizinde “inanç tabanlı istihbarat” olarak tanımlanan faaliyet ABD’nin resmi ideolojisi haline geldi. Başta Dick Cheney olmak üzere, bazıları bu plandan hiç vazgeçmedi.untitled

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çok sayıda gazeteci OSP doktrinini geliştirmeye hevesliydi. New York Times gazetesinde Judith Miller sadık bir OSP elamanıymış gibi, sürgündeki Ahmet Çelebi’nin Irak yönetimine karşı propagandasına dayanarak Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları konusunda bir dizi makale yazdı. Judith Miller’in yazdığı kitabın ortak yazarı Laurie Myroie daha da ileriye giderek, Saddam’ın yalnızca “93 Ticaret Merkezi” saldırısının arkasındaki güç olmadığını, aynı zamanda, 11 Eylül olayına gelene kadarki süreçte, Oklahoma City’deki Federal Binasının hedef alınması, Kenya ve Tanzanya’daki ABD Elçiliklerin bombalanma olayları gibi, geçen on yıllık sürede Amerikan karşıtı her bir terörist saldırıyı teşvik eden güç olduğunu yazacaktı. Petrol şirketleri ABD ordusunun Orta Asya’da konuşlandırılması arzusunda oldukları gibi özellikle Feith, Libby ve Mylroie gibi taraflı olan gazetecilerin çoğunun da İsrail ile bağları vardı.

 

Özel Güvenlik Şirketleri; Faaliyet alanı kar amaçlı şiddet uygulayanlar

ABD ordusunda emekli Albay Andrew Bacewich gibi bazı terörizm karşıtı uzmanlar, terörizm tehdidine askeri cevap verilmesinin uygun olmadığını not etmişlerdi. Şöyle ki; “İslami radikalizm şiddetine karşılık küresel savaş konsepti hatalıdır. Başka ülkelere saldırma ve işgal etme çabası içinde olmamalıyız. Terörizme bu şekilde cevap verilemez. Böylesi bir macera ülkenin iflasa sürüklenmesi ve ordunun kırılması demektir.”

Bu yazıda, bütçe kesintileri nedeniyle, ABD yönetimince yetki verilip, uzak bölgelerde kamu gücünü temsil etmek üzere gönderilen, ancak, kontrol edilemeyen hizmet alım grupları arasında, işvereni durumundaki Amerikan Devleti adına şiddete başvuran Özel Güvenlik Şirketleri (Private Military Contractors – PMC) üzerine odaklama yapılacaktır. Bu güvenlik şirketleri Rönesans dönemi İtalya’sında varlıklı kent devletleri tarafında tutulan paralı özel orduları veya yağmacı askeri birlikleri hatırlatıyorlar.

Geriye dönüp, tarihte yaşanan bazı gelişmelere bakıldığında, toplumu rahatsız eden şiddet olaylarının üstesinde gelmek üzere tutulan bu paralı, yağmacı askeri birliklerin aslında azılı şiddet olaylarının sebebi olduğu görülecektir. İşsiz, avare gezen bir kesim, bu şirketlere alındıktan kısa bir süre sonra vahşi haydutlar haline geldi. Ünlü İtalyan şairi Dante’nin İlahi Komedya adlı eserinde Cehennem’de yer verdiği meşhur Farinata gibi diğer bazı yağmacı birlikler daha sonra kendi şehirlerini bile yağmalamışlardı. Condottieri yağmacı birlikleri zamanla, ellerinde tuttukları fiili güç nedeniyle sözüm ona işverenlerine şartları dikte eder duruma geldiler. Bu yağmacı birlikler (güvenlik şirketleri) şiddet uygulayan özel girişimci şirketlerin ilk örnekleridir. Bu haydutların yaratacağı yıkımı engelleyebilmenin bilinen tek yolu, “tecelli edecek bu kaderi satın almak üzere, rüşvet vermekten” geçiyordu.

Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld Irak savaşı sırasında, denge sağlamak amacıyla sınırlı oranda aktif haldeki silahlı kuvvetler üzerine baskı uygularken, Özel Güvenlik Şirketleri (PMCs) kullanmada artış yapma yoluna gitmişti. ABD’nin Irak işgali sırasında belirli bir zamana gelindiğinde özel güvenlik şirketleri 100.000 kadar personel çalıştırıyordu. Aralarında bazıları Irak Abu Gharib hapishanesi tartışmalı skandal olaylarına karıştılar ve Felluce’de sözleşmeli dört personelin yanarak ölümüne sebep oldular. Iraklı sekiz sivil vatandaşın nedensiz olarak ateşli silahlarla ve bir arabaya konulan bombanın patlaması sonucunda öldürülmesi nedeniyle en tartışmalı şirket Blackwater’ın lisansı 2007’de Irak hükümeti tarafında iptal edildi. Blackwater şirketi aldığı y

oğun tepkilerden sonra 2009’da adını Xe Worldwide olarak değiştirmişti.

Blackwater gibi güvenlik şirketleri (PMCs) konusunda kamuoyunda yeterli düzeyde tepkinin olmaması bu şirketler ile Pentagon arasındaki motivasyon farkından kaynaklanıyordu. Savunma Bakanı Rumsfeld ve ABD’nin Irak’ta görev yapan silahlı kuvvetlerinin açıklanan amacı Irak’ta şiddet olaylarına son verilmesi iken, Özel Güvenlik Şirketlerinin ise şiddet olaylarının Irak’ta devam etmesinde açıkça çıkarı vardı. Bundan dolayı, bazı büyük Özel Güvenlik Şirketleri aslında “terör olaylarına karşı mücadele” verme olgusunu yanlış bir yola saptırılmasının siyasal destekçileriydi. Blackwater şirketi, Irak’ta yaşanan terör olaylarına politik destek veren şirketler arasında en iyi bilinen örneğidir; şirket kurucusu ve tek sahibi Erik Prince Cumhuriyetçi Partisine destek veren ailelerden gelen, Ulusal Politika Konseyi gibi sağ kanat politikalarını şiar edinen önemli şahsiyetlerdendir. Kız kardeşi daha önce basına yaptığı bir açıklamasında “ailem, Cumhuriyetçi Partiye yardım/bağış yapan tek büyük ailedir” demişti.

Özel İstihbarat Kuruluşları ve Şiddet Uygulamasının Sürdürülmesi

Blackwater şirketi Irak’taki icraatlarıyla Amerikan Anaakım Medya’nın dikkatini çekmişti. Ancak, oynanan büyük satranç partisinde Blackwater şirketi, oyunun akış seyrini etkileyebilecek güce sahip olsa da, yalnızca bir şövalye idi. Blackwater şirketinden farklı olarak, Wall Street ile ortak bir zeminde buluşan daha güçlü başka bir şirket olan Diligence Limitet Şirketi 2003 Temmuzunda, Irak’ın yeniden inşasında ihale alan firmaların güvenlik malzemeleri ihtiyacını karşılamak üzere Bağdat’ta bir mağaza açmıştı. Bu şirket, Aralık ayında, verdiği hizmet kapsamına kişiler hakkında genel bilgi tarama, araştırma faaliyetlerini yürütme ve yörede işe alınanlara gerekli eğitimi verme, kurumsal müşterileri için günlük istihbarat bilgileri sağlama işlerini de dâhil edecek şekilde, “Diligence Middle East” adıyla yeni bir yan kuruluş daha açmıştı.jh9gdy1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Diligence Limitet Şirketinin siyasi nüfuzu Blackwater şirketinden çok daha etkili ve daha uzun süreli olduğu kesindir. İki kurucu müdürleri Lanny Griffiths ve Ed Rogers, daha sonraları BGR unvanını alacak olan, Amerikan siyaset sahnesinde itibar sahibi Cumhuriyetçi Lobi Ekibi’nin de kurucularıydı. BGR’nin kıdemli kurucusu Haley Barbour 1993-1997 yılları arasında Cumhuriyetçi Ulusal Komitenin başkanlığını da yapmıştır. Diligence Şirketine, Sözleşmeli Özel Güvenlik (askeri) Şirketi (PMC) sıfatıyla işletme lisansı verilmişti. CIA’nin bir yan kuruluşu olarak fiilen faaliyet gösterdiği için bu şirket, aynı zamanda, Özel İstihbarat Teşkilatı olarak tanımlanabilir. Diligence Şirketi, hem CIA ve hem de FBI faaliyetlerini yönetebilen tek adam William Webster tarafında kurulmuştu. İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Mike Baker, terörizm faaliyetleri ve isyan hareketlerine karşı mücadelede alan operasyonlarında uzman subay sıfatıyla 14 yıl süreyle CIA’da görev yapmıştı. Şirketin Bağdat’taki İşletme Müdürü CIA’nın bir zamanlar Irak’taki istasyon şefiydi. William Webster’in Diligence Middle East yan kuruluşundaki ortak iş yapma muhatabı, New York Times gazetesinde esas faaliyet amacı “vergi mükellefleri tarafında finanse edilen inşaat projelerinden bir kısmını almaya çalışanlarında dâhil olduğu, Irak’ta ticaret yapmak isteyen kuruluşlara danışmanlık hizmeti vermek” olarak tanımlanan New Bridge Strategies kuruluşuydu. Financial Times gazetesinde politik hedefi şu şekilde özetlenmişti:

New Bridge Strategies Mayıs 2003’te kuruldu ve çoğu Bush yönetimi döneminde yetkili olan veya Bush ailesinden birisiyle bağlantılı olup, omuzlarında taşıdığı Cumhuriyetçi ağır yükünden dolayı kamuoyunda dikkati çekmiştir. Bağlantılı olduğu kişiler arasında Joe Allbaugh, George W.Bush’un Başkanlık seçimi döneminde, seçim kampanyası müdürü Ed Rogers, Lanny Griffith, önceki George H.W. Bush yönetimine yardımcı olanlar Barbour, Griffith ve Rogers’ın firması, Beyaz Saray binasıyla arasında dört blok mesafe bulunan BGR ve New Bridge şirketleriyle aynı ofis katı paylaşan Diligence şirketine ilk baştan itibaren fon sağlayan firmadır. Financial Times gazetesi New Bridge şirketi başarısını Başkanın kardeşi Neil Bush ile olan ilişkileri sayesinde sözleşmelerini güvence altına almasına bağlamıştı. Clinton yönetimi döneminde Beyaz Saray’da Özel Kalem Müdürü Mack McLarty, Beyaz Saray’daki görevinden istifa edip, Diligence şirketinde müdürlük görevine gelmiş ve ayrıca 2008 yılına kadar Kissinger McLarty Association’de Henry Kissinger ekibine katılmıştı.

Kıdemli gazeteciler Donald Barlett and James Steele ifadeleriyle, diğer bir Özel İstihbarat Şirketi Science Applications International Corporation (SAIC) 8 milyar dolarlık şirket olup, savunma faaliyeti, istihbarat çalışması ve sözleşmeli güvenlik işlerine girmişti. SAIC şirketi akla gelebilecek her türlü politik ortamda dahi olağanüstü bir beceri sergiledi. Sınırsız fonları bulunan, devam eden ekonomik büyümesi her defasında bir politikacının “terörizm” kavramını kullanması marifetiyle sağlanan bir yönetim sektörü, ulusal güvenlik devleti büyük pastasının arkasında duran gizli bir el sayesinde olmuştur. Başka bir ifadeyle SAIC şirketi, sürekli yönetim faaliyeti haline gelen, ABD’nin 34’üncü Başkanı David Eisenhower kâbusunun ötesine geçen bir faaliyet olarak özetlenebilecek (askeri-endüstriyel-terörizm karşıtı kompleksi) özel bir girişim tarzını temsil ediyor. Bu gazetecilerin daha sonraki yazılarından SAIC şirketinin aslında birimlerden oluşan birleşik bürokrasiden ibaret olmadığı, daha ziyade iş sözleşmelerini yapmak üzere bireysel girişimcilik platformu olduğu anlaşılıyor: SAIC’te çalışan bir uzmanın görevi esas itibariyle, ileriki aşamada harcamada bulunmak için gerekli parayı kazanmak ve yine gerekli olan satın almaları yapmak üzere ileri teknoloji düzeyinde fikirlerini ve birinci sınıf şirket uzmanlık bilgilerini herhangi bir hükümet organına satmak.

7544

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Robert Gates ABD Savunma Bakanı olmadan önce SAIC şirketi Yönetim Kurulu üyelerinden birisiydi. SAIC şirketi personeli her zaman CIA’dan, NSA’dan ve (Savunma Bakanlığına bağlı, askeri amaçlı yeni teknoloji geliştirme ajansı) DAPRA’dan transfer edilerek istihdam ediliyordu. Ulusal Güvenlik Kurumuna üye yetkili uzmanların başarı grafiği SAIC şirketi tarafında ödenen maaş bordrosuna yansıtılıyordu. Bu uzmanlar arasında; Jimmy Carter Başkanlık döneminde Enerji Müsteşarı ve Bill Clinton Başkanlığı döneminde CIA Direktörü görevini yapan John M.Deutch; Polaris denizaltını gemisini yöneten Tuğamiral William F. Raborn; Ulusal Güvenlik Ajansı, CIA’nın Başkan Yardımcısı ve Savunma İstihbarat Ajansı Başkan Yardımcısı gibi muhtelif hizmetlerde bulunan Tuğamiral Bobby Ray Inman da vardır. SAIC şirketi, Irak topraklarında daha fazla güvenlik sözleşmesini yapmak amacıyla ABD yönetimine, Saddam Hüseyin’in elinde Kitle İmha Silahları bulunduğu konusunda yanlış istihbarat verilmesine yardımcı oluyordu. Saddam yönetimi elinde kitle imha silahlarının bulunduğu ve bu durumdan kurtulmanın tek yolu Saddam yönetimindeki Irak’a savaş açma olduğu yönünde ikna etmek amacıyla ABD yönetimine baskı yapılması için SAIC çalışanları sadece birer enstrümandı. Daha sonraki süreçte Saddam Hüseyin yönetiminin aslında kitle imha silahlarına sahip olmadığı ortaya çıkınca, Amerika’nın aldığı bu istihbaratın niçin bu kadar yıkım yaratıcı düzeyde hatalı olduğu konusunun araştırılması amacıyla kurulan incele/araştırma komisyonu için SAIC şirketi aynı çalışanları görev almış; başkan yardımcılığına getirilen Gordon Ocher 25 yılık CIA hizmetinden sonra emekli olup, SAIC şirketinin bir alt-birimi başkan yardımcısıdır. Bilim başsubayı Jeffrey R.Cooper, SAIC bünyesinde Gelişme İşbirliği konularında sorumlu başkan yardımcılarından birisi olup, döner kapıdan girebilen ve NSA faaliyetlerine destek veren Samuel Visner’in de bulunduğu komisyonda görevlidir. Daha sonraları, Saddam Hüseyin’in aslında kitle imha silahlarına sahip olmadığını ve Irak’a karşı açılan savaşın tamamıyla hatalı istihbarata dayanılarak yapıldığını rapor eden Araştırma Grubuna Başkanlık eden David Kay SAIC şirketi hissedarlarından birisi ve Şirketin Terörizm karşıtı Teknoloji ve Analiz Merkezinin eski bir başkanıydı. Kurulan Araştırma Komisyonu masraflarını karşılayan aynı SAIC şirketi, kendi çalışanlarının aslında yaşanan sorunun büyük parçası olduklarını rapor etmedi. Ancak, gazeteci Jemes Steele ve Donald Barlett’e göre aynı David Kay 1998’de ABD Senatosu, Silahlı Kuvvetler Hizmet Komitesine;

“Kitle imha silahlarına sahip Saddam Hüseyin’in iktidarda kalması halinde, askeri müdahale gerekli olacaktır. Amerikan yönetimi şimdi harekete geçmezse, dünya’nın en büyük askeri gücünün eli kolu bağlı kalacağına tanık olacağız” uyarısında bulunmuştu.

David Kay ve SAIC şirketi ile ilişkili diğer kişiler, izleyen dört yıllık bir sürede, Irak’ın dünya güvenliğine tehdit olduğu konusunu sürekli işlemişlerdir. Emekli bir general ve Ahmet Çelebi ile yakın dost olan Wayne Downing “Iraklıların denizaşırı savaşa hazır olduklarını” ve Irak’ın işgal edilmesi gerektiği propagandasını yapmıştı: “Iraklılar ellerine geçirebilecekleri her türlü araçlarla ABD’ye saldıracaklar vs”. Herhangi bir iletişim ağına ve televizyon kanalına çıktığı çoğu zaman savaş çığırtkanlığını yapan Downing sadece “askeri bir analist” olarak takdim edilmişti. Oysa aynı Downing SAIC şirketi yönetim kurulu üyesi ve aynı zamanda hissedarıdır.

Eylül 2011 saldırısı binlerce kişi için şahsi bir felaket ve bütün Amerika için ulusal bir trajedi iken, aralarında SAIC şirketinin de bulunduğu sözleşmeli özel istihbarat ve askeri güvenlik birçok şirketin çıkarına olacak şekilde gelişme kaydetmiştir. Saldırılardan sonra Bush yönetimi, SAIC şirketinin yardım yapmaya hazır olduğu şirketlerin kasasına onlarca milyar tutarında paranın akıtılmasına neden olan Küresel Terörizme karşı Savaş ilan etmişti. Bu savaş ilanı hükümetin daha sonraki süreçte dört büyük gelir kalemini teşkil ederken, SAIC şirketi de Terörizmle Mücadelede Teknoloji ve Analiz Merkezini kurmuştu. SAIC şirketi kurulan bu yeni Merkezin amacını “tam menzilli kitle imha silahları, yüksek düzeyde geleneksel patlayıcılar ve ulusal altyapıya tehdit oluşturan siber tehdit konularını oluşturan geniş kapsamlı faaliyetlere karşı önlem almak” şeklinde kamuoyuna açıklamıştı. Ekim 2006’da SAIC şirketi, kategorik olarak potansiyel şirketlerin yatırımcı olma yönünde hareket etmeleri halinde terörle mücadele savaşı kâr etmeye devam eden bir endüstri olacağını söylemişti.

Gazeteci Barlett ve Steele yazdıklarına göre SAIC şirketi kıdemli analisti Fritz Ermarth, Çin’de görev yaptığı dönemde beri Robert Gates’in mesai arkadaşı, bu aşamada artık Nixon Merkezinde uzman olarak görev yapmaktadır. Fritz Ermarth, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine brifing verirken, Dışişleri Bakanı Colin Powell (2001-2005) hakkında yaptığı yorumda (Judith Miller’in yanlış hikâyesini tekrarlarken) Saddam Hüseyin’inin “roketçilik faaliyetleri değil de santrifüj (merkezkaç) çalışmaları” için alüminyum boru sistemi edinme çabası sırasında Bakan Powell’in katkısına vurgu yapmıştı. Savunma Bakan Gates’in bir zamanlar mesai arkadaşı Ermarth diğer yandan, iki konuyu dile getirmediğinden dolayı dönemin (2001-2005) Dışişleri Bakanı Colin Powell’i eleştirmişti: Irak’ın 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezine bomba konulması işine karışması (zamanında Laurie Mylroie tarafında dile getirilen ve şimdilerde ise kuşkuyla bakılan hikâye) ve “70’li, 80’li yıllarda Batı Avrupa ve Türkiye’de yaşanan terörizm olaylarında Sovyetler Birliği ve müttefik devletlerinin destek vermesi” gibi (Ermarth’ın üstü kapalı olarak eleştirisini kuvvetlendiren ve zamanında Savunma Bakanı Robert Gates ve Claire Sterling tarafında desteklenen Mehmet Ali Ağca’nın Papa John Paul II’ye suikast girişimi hakkında verilen yanlış bilgiler vs.)

SAIC şirketinin tek başına Irak’a karşı savaş açma iradesini yarattığını elbette iddia etmiyorum. Ancak, hepsi de güç elde etme istencine sahip, savunma konularında sözleşme yapan şirketler, petrol şirketleri, Sözleşmeli Özel Güvenlik Şirketleri (PMC) ve Sözleşmeli Özel İstihbarat Şirketlerinin (PIC) kombine çabasıyla bir savaş açma zihniyeti oluşturuldu. Kariyer yapma isteği bulunan akademisyenleri kastettiğimi söylemek zorundayım. Afganistan ve Vietnam’da olduğu gibi Irak’ta da bir kuşak önce Washington’da kesin konsültasyona girmeyi sağlayan bir etiket, normal bir vatandaşın görmesi durumunda (ülkenin siyaset arenasında) yıkım anlamına gelebilecek iken, müdahalelerin desteği oldu.

Her şeye evet diyen akademisyenler, tanımlamaya çalıştığımız özel şirketlere istihbarat faaliyetlerinin verilmesini onayladılar. Siyaset Bilimci Anna Leander’in verdiği bilgilere göre bu Özel Şirketler yalnızca istihbarat sağlamayacak, aynı zamanda analiz de yapacak. Özel çevirmenler, istihbarat analistleri ve sorgu yargıçları istihdam edildi (Ebu Garib ceza evinde Titan ve CACı’ın devreye girmesiyle örneklendirildiği gibi). Hatta tehdit ve risk taşıyan konuların değerlendirmesini yapmak ve devletin ne yapacağını belirtmek üzere doğrudan özel firmalar çalıştırılıyor. İstihbarat toplama ve analiz yapmada uzmanlaşmış iki firma; Diligence LLC ve SAIC şirketlerinin yaptığı gibi, bu iş söz konusu ülke güvenlik fotoğrafının çıkarılmasını da gerektiriyor. PMC’lerin faaliyeti ile devletin güvenlik söylemi arasındaki ilişkiler dikkate alındığında, istihbarat toplama işinin özel şirketlere verilmesinin doğrudan sonuçları olur. Özel istihbarat firmaları, bir konunun güvenlik kaygılarını taşıyıp taşımadığı kararını almada temel teşkil etmesine imkân veren enformasyonun büyüyen payını sağlıyorlar.

Anna Leander istihbarat faaliyetinin özelleştirilmesi kazançlı bir iş olduğu tespitinde bulunmuştur: Çünkü bu faaliyet, yerine göre, yasal güvenlik uzmanı sıfatıyla PMC’lere yetki veren daha fazla askeri güvenlik anlayışını pekiştiriyor.

Başka bir siyasi analist Chaim Kaufmann, gerginlik yaratma argümanları diye tanımladığı konuları ve Irak’a karşı tehdit abartması hususunu “fikirler pazarında” gerektiği gibi disipline edilmediği şeklinde daha eleştirel bir açıdan ele almış. Başka siyasi analistler tarafından usulüne göre desteklenen bu başarısızlığın beş nedenini açıklanmıştı. Ancak en belirgin neden gazeteci Barlett ve Steele tarafında dile getirilmiş, ama özel şirketlerin kazanç elde etme konusuna değinilmemiştir. Şu ana kadar dile getirilen konu, uzmanlık kılığına sokulan taraf tutma konusudur. Diligence limitet şirketinin denizaşırı işbirlikleri ve müttefikleri savaşın çıkmasını provoke etme eğiliminde olan operasyonların sahte bayrağını taşımakla itham edilmişlerdi.

Yurtseverlik Yasasının ABD Kongresinden geçmesi, SAIC sözleşme taraftarlarına yeni bir kazanç kapısı – ABD vatandaşlarının içerde gözetim altına alınması – ve aynı zamanda, söz konusu kazancın elde edilmesine yönelik yeni bir istihbarat birleştirme merkezinin kurulmasına neden olmuştur.

Savunma eski Bakanı Donalt Rumsfeld 2002’de, Pentagon’un iç güvenlik misyonunun bir parçası olarak, Karşı İstihbarat Faaliyet Alanı (CIFA) ofisini kurmuş ve personelini de Booz Allen, BAE Systems, SAIC ve uygun personel tedarik eden diğer şirketlerden transfer edilmişti. CIFA ofisi Bush yönetimi ve politikalarına kötü niyet besledikleri kabul edilen insanlara karşı kullanıldı. Şimdilerde ise, ABD’de istihbarat birimlerinden, FBI’den, yöresel polis teşkilatından, özel sektör veritabanlarından alınan istihbaratın ve anonim muhbirlerden gelen bilgilerin karşı terörizm analistlerince birleştirip, analiz edildiği, işler halde 43 birim ve planlaması yapılmış birleşik merkez bulunmaktadır. Özel elektronik enformasyon merkezine göre bir proje “diğer bir projeyi telkin ediyor” ve bu proje de İnsan Hizmetleri Departmanı (DHS) yöresel düzeyde sayısız gözetleme güçlerini telkin ediyor.

“Askeri kanadın, FBI’nın, devlet polis güçlerinin ve diğer güçlerin çalışmalarını bir araya getiren istihbaratı birleştirme merkezi”, yerel popülasyon arasında askeri casusluk faaliyetinin önlemesine kısıtlama getirme aracı olarak ABD ordusu tarafından kuruldu. İç Güvenlik Bakanlığına bağlı Napolitano Departmanı 2009 yılı Mart ayında, bazı eleştirilere yanıt olması amacıyla, “İstihbaratı Birleştirme Merkezinin görevi yalnızca bağımsız iç gözetleme operasyonları düzenlemek değil, aynı zamanda, daha önce hukuka uygun olarak elde edilmiş olup, depolanan enformasyon arasındaki ortak noktaları birleştirmektir” şeklinde açıklama yapmıştı. Elde edilen enformasyonun, en azında bir kısmının, özel istihbarat şirketlerinden ve anonim kaynaklardan elde edilen istihbarat olup olmadığı konusunda herhangi bir açıklama yapılmamıştı.

SAIC şirketine bağlı sözleşmeli olarak çalışan Neom Syke söz konusu birleştirme merkezinde görev yapmış ve bu görevi süresinde iki şapkası vardı:

Syke 2003-2004 dönemindeki görevi sırasında güç koruma analisti olarak, 205. Askeri İstihbarat Taburu bünyesinde SAIC şirketi adına çalışmıştı. Skye, diğer yandan, SAIC şirketine bağlı olarak çalışan 205. askeri istihbarat taburu bünyesinde olmak üzere, sözleşmeli olarak SAIC adına görev yaptığı sırada, USAPAC’s Crisis Center bünyesinde Karşı İstihbarat İzleme görevlisi olarak da çalışmıştı.